SAĞLIK KÖŞESİ

GRİBAL ENFEKSİYON

Gribe sebep olan virüslerin en önemli özelliği çok sık olarak kendi yapılarında da değişiklik yapabilmeleridir. Bu değişiklik sayesinde bağışıklık sistemini bozarak salgınlara yol açabilirler.

Grip, hasta kişilerin solunum yolu salgılarıyla ve bu salgıların bulaştığı eşyalar vasıtasıyla bulaşır. Özellikle okullar, yurtlar, kahvehaneler gibi toplu yaşanan kalabalık yerlerde daha kolay yayılır. Bu yayılmayı engellemede salgıların bulaştığı ellerin iyi temizlenmesi, öksürme ve hapşırma gibi durumlarda ağzın kapatılması faydalı olmaktadır.

Gribal enfeksiyon, bulaşmayı izleyen 1-3 gün içinde üşüme, titreme, ateş, halsizlik, kırgınlık, baş ağrısı, boğaz ağrısı, gözlerde yanma ve kızarma, kas ve eklem ağrıları, burun akıntısı gibi belirtilerle kendini gösterir. Yorgunluk, uykusuzluk, alkol ve sigara kullanımı gibi faktörler bağışıklık sistemini zayıflatarak hastalığa yakalanmayı kolaylaştırır. Bebekler, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlarda hastalık daha ağır seyrederek ölümlere bile sebep olabilmektedir.

Gribal enfeksiyonun tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur; antibiyotikler ancak komplikasyonlar (zatürre, ortakulak iltihabı vs.) gelişirse kullanılılır. Ayrıca gereksiz antibiyotik kullanımının bir zararı da bakterilerin direnç geliştirmesi ve daha ağır durumların ortaya çıkmasıdır. Bu hastalıkta esas tedavi yatak istirahatı, bol sıvı alımı, ateş varsa ateş düşürücüler ve gerekirse üst solunum yolu salgılarını yumuşatıcı ilaçlar kullanmaktadır.
Hastalıktan korunmada dengeli beslenme, hijyen kurallarına uyma, düzenli bir yaşam önemlidir. Ayrıca korunmada grip aşıları da etkilidir.
Grip aşısı her yıl Ekim – Kasım aylarında yapılmalıdır. Virüsün sürekli değişen yapısı nedeniyle aşının koruyuculuğu bir sezondur. Bu nedenle her yıl yenilenmelidir. Aşının koruyuculuğu % 67 – 92 ‘dir. Aşılanan kişilerde enfeksiyon gelişirse bile hafif seyreder.
Aşı;
• Yaşlılara,
• Kronik hastalığı olanlara (diyabet, akciğer, böbrek vs.),
• Sağlık personeline,
• Ayrıca aşı olmak isteyen kişilere yapılmalıdır.
Aşı yapılması sakıncalı kişilere antiviral ilaçlar kullanılır.

TATİL DÖNÜŞÜ DEPRESYONA GİRMEYİN

Tatil havasından kurtulup okula başlamak genellikle zor gelir. Bu dönemde yaşanan konsantrasyon güçlüğü, sabah yorgun kalkma ve karamsarlık depresyon gösterisi olabilir.
Üzerinizden tatil havasını bir türlü atamazsınız. Aklınıza hep sabah uykusu, kahvaltılar, deniz ve  yürüyüşler gelir.
Bireyler normalde yapamadıkları birçok aktiviteyi  tatil zamanlarında gerçekleştirerek yaşamlarında bir değişim gerçekleştirirler. Okullarında düzenli ve disiplinli bir şekilde yaşayanlar, bu ortamdan uzaklaştıkları için okul yaşantısını kısa sürelide olsa unutuverirler. Ama mutlu geçen uzun tatilden sonra, düzenli bir şekilde yaşadığı aynı mekana dönmek bazen işkence haline dönüşebilir. Kısa süreli depresyon dönemi yaşayabilirler.
Planladığımız gibi geçmeyen tatillerde depresyon sebebi olabilirler. Zamanın boşa geçtiği hissini verir. Bu durumda en yakın hafta sonu tatilini daha güzel planlayın. Tatillerde sadece başkalarının istediği işleri yapmayın. Kendisini rahatlatmayan insanın çevredeki insanlara yararı olmaz.

Bu sosyal ve psikolojik etkenlerin yanı sıra tatil dönüşleri biyolojik ritmimiz açısından da risk altında olduğumuz mevsimsel bir döneme, sonbahara denk gelir. Güneş ışınlarının insanların biyolojik ritmi üzerinde etkin olduğu bilinmektedir. Havaların serinlemeye başlaması ile güneş ışınlarının giderek etkisinin azalması ruhsal problemlerin ortaya çıkmasında diğer bir etkendir.
Özetle ; tüm yaş grupları için , geçen yıl nasıl geçmiş olursa olsun , bu yılın yeni bir başlangıç olduğunu vurgulamak esastır. Ebeveyn olarak her zaman onların etrafında olduğunuzu göstermelisiniz. Çocuk belli konularda zorlanıyor olabilir, arkadaşlarıyla sorunları olabilir, öğrenme zorluğu çekebilir. Önce konuşup derdini anlamak gerekiyor. Çalışma süresi mi az, yoksa süre olması gerekenden de uzun mu? Yani öğrenme zorluğu mu var, yoksa esas olan isteksizlik midir? Bu gibi soruların yanıtlarını bulmak gerek. Öğretmenle ilişkiye geçmek ve çocukla birlikte onu sıkmadan ödevle uğraşmak çözümün ilk basamağıdır.

ATAYURT OKULLARI PERSONELİNE SAĞLIK MUAYENESİ

Özel Atayurt Okulları yemekhane ve yardımcı personeline her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen portör muayenesi 2010 – 2011 öğretim yılı seminer dönemi başında gerçekleştirildi.

BİLGİLENDİRME KONFERANSI

Atayurt Okulları kurum doktoru Dr.Yaşar POLAT tarafından personele bilgilendirme amaçlı konferans  verildi.

ATAYURTTA GÖZ MUAYENESİ

Özel Atayurt Okulları İlköğretim bölümünde her sene başında yapıldığı gibi 2010 - 2011 Eğitim Öğretim yılı başında da ana sınıfı ve 1. sınıf öğrencilerimize Anadolu Hastahanesinden gelen göz sağlığı tarama birimi tarafından göz muayenesi yapıldı.

6-8 YAŞ ÇOCUK GELİŞİMİ

 Bebeklik ve okul öncesi çağındaki hızlı değişimleri  geride  bırakan ve ergenlik çağının ani hamleler şeklindeki büyüme aşamasına henüz ulaşmamış olan 6-8 yaş çocukları durağan ve istikrarlı bir büyüme gösterirler.
          Fiziksel becerilere hakim olmaya çalışan 6-8 yaş çocukları bedenlerini nasıl kullanabileceklerini öğrenmekle meşguldürler.Bu süreç kalem ile harfleri yazmak gibi ince kas becerilerinden, uçan bir topu zıplayarak yakalamaya dek bir çok faaliyeti içerir. Ancak henüz bu becerilere tüm incelikleri ile sahip olmadıklarından el işi çalışmalarının sonunda kırılan tırnaklar ve etrafa yayılan yapıştırıcılarla sık sık karşılaşabilirsiniz.Bu nedenle bu yaş grubundaki çocuklara sahip oldukları fiziksel becerileri kullanabilecekleri, ancak tamamlamakla zorluk çekmeyecekleri faaliyet olanakları sunulmalıdır.
         Bu dönemde birçok şeyi kendi başlarına yapmaya başlayacaklar, kendilerine yiyecek hazırlayabileceklerdir.Hatta ev işlerinde size yardımcı olabilirler.Size düşen en önemli görev çocuğunuzu cesaretlendirmek ve teşvik etmektir.Çocuğunuz yeni bir şeyi başarmak için çaba gösterdiğinde, sonuç ne olursa olsun, gösterdiği çabadan dolayı onu takdir etmeyi ihmal etmeyin.
         Başaramaması durumunda yeniden denemesi için fırsat verin ve hemen yardım etmeye çalışmayın.Başarmak için çabalaması ve denemesi gerektiği ni  anlamalıdır.
Bunun yanında bol enerjisini harcaması için aktif oyun için zaman ve mekan bulmaya özen göstermelisiniz. Koşma, zıplama, yuvarlanma, aerobik gibi faaliyetler bu açıdan önemlidir.
        Okul döneminin başlangıcındaki bu çocuklar “gelişim döneminden” , “üretme dönemine” geçmektedirler.Dolayısıyla 6-8 yaş çocukları bir işin sonunda ortaya çıkacak üründen ziyade, üretme sürecine ilgi gösterirler.
       Bu dönemde  somut düşünce yapısı hakimdir.Bu çocuklar hiç görmedikleri, duymadıkları, hissetmedikleri, tanımadıkları şeyler hakkında düşünmekte zorlanırlar.Bu nedenle bu yaş çocuklarının öğrenebilmesi için sözel anlatımın faaliyetlerle desteklenmesi şarttır. Dinleme süresi ve karmaşık talimatları aklında tutma kabiliyeti önemli ölçüde artmıştır.
     Dil gelişimi ile ilgili olarak, dikkat etmemiz gereken konulardan birisi karmaşık birkaç kelimeyi söylerken zorluk yaşasalar da, 7-8 yaş itibariyle çok büyük oranda düzgün olması gerektiğidir.
      Ayrıca çocuğunuz 7 yaşını doldurduğu halde özellikle “s” harfinin telaffuzundan kaynaklanan bir peltekliğin söz konusu olması durumunda bir uzmana başvurmanız gereklidir.Çocuklar öfkeli huzursuz, rahatsız, üzgün veya çok heyecanlı olduklarında kekeleyebilmektedir.Eğer  çocuğunuz sadece böyle durumlarda kekeleme sorunu yaşıyorsa, ve sorun hafif düzeydeyse endişelenmeniz gerekmez.
       Çocuğunuzun dil gelişimine katkıda bulunmak için onunla bol bol konuşmanın yanında, kitap okumayı ihmal etmemelisiniz.Müzelere, alışverişe, komşu ziyaretlerine vb. çocuğunuzu da götürüp dünyayı tanımasına yardımcı olabilirsiniz.
        Okul ile ilgili aktiviteler çocukları aileden ve evden ayırmakta ve yeni sorumluluklar ve yeni beklentiler içeren farklı bir ortama sokmaktadır.Çocukların ebeveynlerine bağlılıkları azalırken, ilkokul öğretmeni çocuk için çok önemli bir kişi haline gelebilmektedir.Bu yaştaki erkekler ve kızlar zaman zaman birlikte oynamaktan hoşlanırlar.Ancak bu dönemin sonlarında oyunlarda çoğunlukla cinsiyet ayrışması yaşanır.Bu yaş gurubundaki çocuklar yavaş ancak düzenli bir büyüme gösterirler ve genellikle günde dört -beş öğün yeme ihtiyacı duyarlar.Çocukların yeme alışkanlıklarını ailelerin tutumu, arkadaşlar ve medya etkiler.Okul çağı çocuklarının beslenmesinde dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:
 Kahvaltı kesinlikle atlanmamalı ve kahvaltıda meyve, süt, peynirli tost, peynirli sandviç  gibi sağlıklı gıdalar sunulmalıdır.
 Okul dönüşündeki büyük iştahlarını da meyve, sebze, yoğurt, sağlıklı bir sandviç, peynir, kraker, süt gibi besinler sunarak değerlendirmek gerekir.
 Yemekleri televizyon karşısında değil, yemek masasında sunmalısınız.Yemek masasındaki sohbetlere çocuğunuzun da mümkün olduğunca fazla ölçüde dahil olmasına izin verin.
Bu yaştaki çocuklar gecede 10-12 saat uykuya ihtiyaç duyarlar.
6 yaş sağlık kontrolünde doktorunuz çocuğunuzun genel sağlık durumu hakkında sizden bilgi alacak, çocuğun fiziksel muayenesini yapacak, tansiyonunu, görmesini ve duymasını kontrol edecek, henüz yapılmamışsa MMR ve DBT ve polio aşılarını yapacak.
8 yaş kontrolünde de doktorunuz aynı kontrollere ek olarak çocuğunuzun omurgasında herhangi bir eğrilik olup olmadığını ve puberte,ergenlik belirtilerini kontrol edecek, aşıların tamam olup olmadığına bakacaktır.
Bu kontroller sırasında siz de çocuğunuzun büyümesi ve gelişmesi, beslenmesi, davranışları, uyku alışkanlıkları konusunda doktorunuzdan bilgi alabileceğiniz gibi, okul doktorumuz ve okul hemşiresinden de gerekli bilgileri alabilirsiniz.Atayurt Sağlık Birimi her zaman velilerimizin ve öğrencilerimizin hizmetinde olacaktır.

BAKTERİYOLOJİK SU ANALİZ RAPORU

T.C
SAĞLIK BAKANLIĞI
Eskişehir İli Halk Sağlılğı Laboratuvarı Müdürlüğü

BAKTERİYOLOJİK SU ANALİZ RAPORU
Gönderen makam                      :    Tepebaşı SGB
Gelen Yazının Tarih ve nosu         :    06.09.2010-2472
Rapor Çıkış Tarihi                  :    08.09.2010
Protokol No                         :    4503 
Suyun adı                           :    Atayurt İ.Ö.O                   
100ml.de koliform Bak. Sayısı       :    0 (Sıfır)   
100ml.de E.Coli Bak. Sayısı         :    0 (Sıfır)
Sonuç                               :    Uygundur

MİNİK ÖĞRENCİLERİMİZE DİŞ KONTROLÜ

Atayurt İlköğretim Okulu ana sınıfı ve 1. öğrencilerimize yönelik olarak, diş ve diş eti sağlığı ve bakımı konusunda hem bilgi vermek hem de genel bir kontrol taraması yapmak amacıyla diş hekimi Yaşar Yasin ÖZEL okulumuza geldi. Yaşar Yasin ÖZEL öğrencilerimizi diş sağlığı ve bakımı konusunda bilgilendirirken yaptığı genel taramada da öğrencilerimizin oldukça sağlıklı dişlere sahip olduğunu belirtti.   

AŞI KAMPANYASI

05.11.2010 Tarihinde İlimiz Toplum Sağlığı Merkezi Personeli Tarafından Okulumuz 8.Sınıf Öğrencilerimize DT(Difteri,Tetenoz),1.Sınıf Öğrencilerimize KKK(Kızamıkçık,Kızamık,Kabakulak)Aşıları Yapılmıştır

AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI

               Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerirler, bu nedenle çürümeye daha yatkındırlar, daha kolay ve hızlı çürürler.
 
                Çocuklar çürüğün erken döneminde görülebilen’ soğuk, sıcak hassasiyeti ve hafif
ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı ancak dayanılmayacak kadar ağrı olmasında fark ederler ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir.
 
                 Özellikle annelerin sıklıkla yaptığı bir hata da emzik ya da biberonu şeker, reçel vb. gibi gıdalara batırarak çocuklara vermeleri veya uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdalara alıştırmalarıdır. Böylece beslenme düzensizliğinden dolayı dişler çürümeye yatkın hale gelir.
 
                Çocuklar ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat etmezler. Çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumu diş fırçalama alışkanlığını   belirler
 
                 Çürüğü tamamen engelleyecek bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilmedi. Ancak, çürük  sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmaktadır, bunlardan birisi ‘ fissür örtücü’ dediğimiz malzemedir. Çürüğü engellemenin başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini arttırmaktır. Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılır.
 
                Süt dişlerinin birinci görevi çocuğun düzgün beslenmesini sağlamaktır. Ayrıca konuşmanın düzgün gelişimi de süt dişlerinin varlığına bağlıdır. Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri; ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu,ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve genel sağlık problemlerine ( romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar) sebep olabilecektir. Dolayısıyla süt dişlerindeki çürükler ‘ nasıl olsa yerine yenileri gelecek’   yanılgısına düşmeden tedavi edilmelidir.
 
                 Çocuklardaki diş yaralanmaları bazen kalıcı dişin tamamıyla yuvasından ayrılmasına sebep olabilir. Bu durumda çıkan diş ile birlikte acilen diş hekimine gitmelisiniz.
Bu  esnada diş,  bir bardak sütün içinde, eğer süt mevcut değilse, temiz bir su içinde muhafaza edilmelidir.
                 Diş fırçası kullanımına çocuğun arka dişleri çıkmasından sonra (ortalama 2,5- 3 yaşında) başlanması uygundur.
                 Okul öncesi çocuklarda diş fırçalama işi için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu
yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığını kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzeylerini fırçalar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin arka yüzleri ve çiğneyici yüzlerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle fırçalamadan sonra anne-babanın kontrolü iyi olur.
 
                 Çocuğun ağız büyüklüğüne uygun, yumuşak ve naylon kıllardan üretilmiş diş fırçaları kullanılmalıdır. Sert fırçalar dişleri aşındıracağı için kullanımı uygun değildir. Fırça kıllar aşınır aşınmaz ( ortalama 6 ay) mutlaka değiştirilmelidir.
 
                 Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce, üçer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterlidir. Her iyi alışkanlık gibi diş fırçalama alışkanlığı da çocukluk döneminde kazanılacaktır.
                  Diş macunu kullanımına üç yaşından sonra başlanmalıdır. Bir leblebi kadar  macun, fırçalama için yeterlidir. Florürlü diş macunlarından herhangi biri tercih edilebilir.
Önemli olan çocuğun seçilen macunun tadını sevip istek duymasıdır.Fırçalama işleminde macundan çok, etkili bir fırçalama işleminin daha önemli olduğunu unutmamak gerekir.      

KANSERE YAKALANMANIN 10 KOLAY YOLU

1- Cep telefonu kullanarak…

Bütün gün uzun uzun herkesi arayarak,çalışırken, yemek yerken, uyurken bile cep telefonu ile konuşarak ve bütünleşerek

2- Baz istasyonlarının yakınında yaşayarak..

Tüm uyarılara rağmen bırakın kaldırmayı 3G teknolojisi adı altında balkonlara kadar gelen telefon istasyonları ile.

3- Kendinize bilgisayarlı, GPS sistemli ve kablosuz internetli bir hayat kurarak…

Çağımız iletişim çağı diyerek, her tarafından radyasyon fışkıran cihazları bile bile tercih ederek,

4- Boya ve kimyasal tatlandırıcılarla hazırlanmış yoğurtları ve gıdaları yiyerek

Marketlerden içeriğine bakmadan aldığımız hemen her üründe bol miktarda  kimyasal katkı maddesi bulunmakta ve kontrolsüz tüketilmektedir.

5-Tüm yasaklamalara rağmen sigara içerek ve içilen ortamlarda bulunarak…

Artık bütün dünya söylüyor ki akciğer, meme, prostat kanserlerinin  en büyük sebebi sigaradır

6- Tarım ilacı adlı böcek öldürücü zehirlerle dolu meyve sebze ve kuruyemişleri yiyerek…

Kurtlanmasın, çürümesin raf ömrü uzun olsun diye kontrolsüzce kullanılan kimyasal zehirleri afiyetle yiyerek.

7- Spor yapmak hareket etmek yerine bütün gün tüplü televizyon karşısında ketçaplı, mayonezli cipsler yiyerek….

Bilimsel tüm yayınlarda kaıtlanmıştır ki spor yapmak kanseri önlemektedir. Ama siz hala kımıldamayabilirsiniz.

8- Sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmek yerine bol tarım ilaçlı ve kimyasal koruyucu ile kaplanmış sera ürünlerini tercih ederek…

Dışarıda kar yağarken kırmızı bir karpuz ve domates yemenin, yaz günlerinde mandalina ve kereviz tüketmenin zevki başka oluyor.

9-Cam şişe ve cam kaplar yerine sıcaktan ve asitten eriyebilen plastik şişe, bardak ve kaşıkları kullanarak…

Yazın sıcağında ısısı 70 derecelere çıkan asitli içecekleri, suları plastik şişelerde, çayını kahveni plastik bardaklarda içebilir, plastik poşetlerinizin içinde sebzelerinizi saklayarak.

10- Zeytinyağı yerine margarin,taze sıkılmış portakal yerine gazlı içecekleri, annenizin ev yemekleri yerine hızlı kızarmış patates ve hamburgerleri  tercih ederek…

Siz hale anneannenizin geleneklerine mi bağlısınız. Aşk olsun yani çok eski kafalısınız. Biraz modern olun ve bir yandan yakında tanışacağınız kanser  tedaviniz  için de para biriktirmeye başlayın!!!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


                                       

ATAYURTTA GÖZ MUAYENESİ

11 – 12 Kasım 2010 tarihlerinde İlköğretim Bölümü, 22 -23 Kasım 2010 tarihlerinde ise Lise Bölümü öğrencilerimize yönelik olarak Acıbadem Hastanesi Göz Polikliniğinden gelen uzmanlarca göz taraması gerçekleştirilmiştir. Tarama sonucunda tedavi gerek öğrencilerimizin ailelerine haber vermiştir.   

ŞEKER HASTALIĞI

                                               ŞEKER HASTALIĞI

 

 

 

          Şeker hastalığı, insülin salgılanmalarında veya insülin etkisindeki yetersizlik sonucu ortaya çıkan, belirgin özelliği kan şekerinde yükselme olan kronik seyirli bir hastalıktır. İnsülin pankreasta yapılır ve eksikliğinde karbonhidrat, yağ ve protein mekanizmalarının bozulmasına yol açar.

          İnsülin bağımlı şeker hastalığı çocukluk ve yetişkin çağının hastalığıdır. Genellikle erken yaşlarda hastalığın başlangıcı ani olup klinik belirtilerinin ortaya çıkışı ile tanı konulması arasında geçen süre kısadır.

          Pankreasın insülin salgısındaki eksikliğe bağlı olarak gelişen metobolik değişiklikler klinik bulgulardan sorumludur. Şekerin kullanımı bozulduğu için kan şekeri yükselir ve buna bağlı olarak çok su içme, sık idrara çıkma ve fazla beslenmeye rağmen kilo kaybı, halsizlik gibi bulgular görülür. Tuvalet eğitimi tamamlanmış bir çocukta idrar kaçırmanın tekrar başlaması şeker hastalığının bir bulgusu olabilir. Bazen hasta bilinç bulanıklığı veya kusma tablosunda da başvurabilir.

          Çocuk ve ergenlerde şeker hastalığının tanısı klasik klinik belirtiler ve biyokimyasal değerlere göre konur. Kan şekeri genellikle 200 mg/dl’nin  üzerindedir.  İdrar tetkikinde de şeker saptanır. Belirtisiz bireylerde açlık kan şekerinin 126 mg/dl’nin üzerinde olması tanı koydurucudur.

          Şeker hastalığında, en sık görülen ve en önemli iki akut komplikasyonu  ketoasidoz koması ve hipoglisemidir. Kandaki insülin yetersizliği ketoasidoza,  fazlalığı ise kan şeker düşüklüğüne yol açar. Böylece hastada çarpıntı, terleme, açlık, halsizlik hissi ortaya çıkar. Eğre şeker düşüklüğü tedavi edilmezse baş dönmesi, bayılma, havale, komaya kadar ilerleyen sorunlar ortaya çıkar.

           Uzun dönemde ise;

·         İnsülin  enjeksiyonlarının sürekli aynı yerden yapılması sonucu ortaya çıkan cilt problemleri

·         Büyüme geriliği, ergenlik gecikmesi

·         Katarakt

·         Göz damarlarında bozukluk

·         Böbrek problemleri

·         Sinir tutulumu görülebilir.

Şeker hastalığının tedavisinde amaç;

·         Hastanın şeker, yağ ve protein metobolizmasının düzeltilmesi

·         Normal büyüme ve gelişmesinin sağlanması

·         Hastanın rutin sosyal ve sportif aktivitelerinin sürdürülmesi

·         Hastalıktan doğan psikolojik sorunların önlenmesi ve tedavi edilmesi

·         Hasta ve ebeveynlerinin şeker hastalığı tedavisi ve komplikasyonları  hakkında bilgilendirilmesi                                                                                                                                                                             

           Bütün bu amaçların sağlanabilmesi kan şekerinin iyi kontrolüne bağlıdır. Bu da;

·         Oral antidiyabetik veya insülin

·         Diyet

·         Egzersiz ile sağlanabilir.

                                                                                                                                                        

            Diyabet kontrolünün istenen düzeyde gitmesini sağlamak için belli aralarla;

·         Kan şekeri (en az günde iki kez)

·         Hemoglobin A1C (üç ayda bir)

·         İdrarda mikroalbüminüri (en az yılda iki kez)

·         Sinir muayenesi (gerektiğinde) yaptırılmalıdır.   

 

   Kurallara uyulduğu taktirde ve iyi tedavi edildiğinde şeker hastalığının bütün komplikasyonları önlenebilir ve kişi normal bir hayat sürebilir.      

AIDS

AIDS

 
           AİDS ve aynı virüs tarafından meydana getirilen diğer hastalıkların belirtileri hemen hemen aynıdır. Aynı, soğuk ve gribin birbirleriyle ile özdeşleştirilmesi gibi. Fakat AİDS’e yada ilgili hastalıklardan birine yakalanmış bir kişi için bu belirtiler çok ısrarcıdır ve nedeniyok gibi görünür. Kişi hiçbir zaman kendisini neyin hasta ettiğini bulamaz ve hastalığın üstesinden gelemez.

Bu belirtilerin bir kısmı şöyledir:

    Fiziksel ve zihinsel aktiviteleri etkileyen sebebi açıklanmayan aşırı bir yorgunluk
    Zayıflama  yada diyet gibi herhangi bir aktivite söz konusu olmadan kısa bir sürede

      7-10 Kg kilo kaybı

      Birkaç haftanın sonunda ateşin açıklanmayacak bir şekilde 39 derecenin üstüne                        

      çıkması

    Uyku sırasında kişinin üstünü sırılsıklam edecek derecede terleme
    Sebebi bilinmeyen bir şekilde vücuttaki salgı bezlerinin kabarması (özellikle boğazda,boyunda  ve koltuk altında bulunan lenf bezlerinin kabararak en geniş halini alması)
    Dilin üzerinde ve ağız içinde beyaz noktalar yada lekenin oluşması
    Israrla devam eden ishal
    Herhangi bir solunum enfeksiyonuyla meydana gelen ve çok uzun süren kuru öksürük
    Özellikle öksürükle birlikte oluşan nefes darlığı
    Deri üstünde yada altında oluşan kat kat yada yükselen bir şekilde leke ve şişliklerin meydana gelmesi. Başlangıçta çürükmüş gibi algılanabilir fakat bunlar zamanla kaybolmazlar ve genellikle etrafındaki derilerden çok daha serttirler.

 

       AIDS dokunma, öpüşme, solunum gibi dış kontaktlarla bulaşan bir hastalık değildir. Bu nedenle insanların AIDS'li  hastalara yaklaşmaması yada onları toplumdan dışlaması hem gereksiz hem de yanlış bir tutumdur. Çünkü  AİDS'li bir hastaya dokunarak veya yanında bulunarak AIDS'e  yakalanmak mümkün değildir.

      Ayrıca AİDS  evcil hayvanlardan, tuvaletlerden, yüzme havuzlarından, tabak yada         bardaklardan bulaşıcı özellik göstermez. Bu nedenle insanların bu konularda korkutulması   ve yersiz bir kaygıya neden olunması çok yanlıştır.

     

    AİDS'in ana bulaşma yolu seksüel bulaşma, uyuşturucu kullanıcılarının enjektörlerini paylaşması ve çok da az olsa kan transferidir.  Ne yazık ki, AIDS hastalığına yakalanmış hamile bir kadının daha doğmamış bebeği de bu hastalığa yakalanmış demektir.

     AIDS için halen kesin olarak bilinen bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. AİDS'ten korunmak bu tehlikeli ve ölümcül virüsün yayılmasını önlemek için uygulanabilecek tek yoldur.

     İnsan vücudu bir defa HİV virüsü ile enfekte olmuşsa artık bu virüsün hiçbir şekilde yok edilmesi  yada vücuttan atılması mümkün değildir. Fakat, virüsün etkilerine engel olmak için bir takım ilaçlar geliştirilmiştir. Bunlardan ilki ve en çok bilineni AZT  adı verilen ilaçtır. Bu ilaç virüsün çoğalmasını engellemektedir. AİDS'li hastanın yaşam süresini kısmen de olsa uzatmaktadır.

ORGAN BAĞIŞI

 

 

                Organ bağışı tıbben ölmüş kimselerden olan nakiller için ortaya atılmış bir kavramdır.

                Canlıdan nakillerin genellikle akrabalar arasında olması nedeniyle tam bir bağış sayılmaması doğaldır. Akraba olmayan bağışlarda da özellikle dünyada uygulandığı şekliyle yakınlığın yanında diğer menfaatlerin de bulunabileceği göz ardı edilemez. Zaten canlıdan nakiller tıp etiği yönüyle de sağlıklı bir insanın hayatının riske edilmesi açısından bazı soru işaretleri taşımaktadırlar. Yine de bulunan organların yetmediği bu koşullarda insanları kurtarmanın en iyi yolu olmaları nedeniyle kaçınılmaz olarak uygulanmaktadır.

                Yaşam boyu kullandığımız bizi yaşatan organlarımızın, bambaşka hem de tanımadığımız insanları yaşatmak amacıyla kullanılması ve bu organlardan, bağışlayanların herhangi bir menfaatinin olmaması, kavram olarak gerçek bağış olduğu gibi aynı zamanda büyük bir insanlık örneğidir.

                Bu aynı zamanda insanın yaşama duyduğu saygının da bir ifadesidir. Dünya malının dünyada kalacağı bilinciyle, sadece insana has olan, ardından bir şeyler bırakabilme, insanlık adına  bir şeyler yapabilme duygusunun da, doruk noktasıdır. Belki o anda organları bağışlanan kişi bunun bilincinde olamamaktadır ama zaten tüm dünyada olduğu gibi bu bağış daha çok yaşayanları ilgilendiren bir olgudur. Ölen kişinin bağış kartı olsa da olmasa da bağışı yapacak olanlar ölenin yakınlarıdır. Yakınlarının istememe halinde kişinin kendi organ bağışı hiçbir şey ifade etmez. O nedenle organ bağışı denildiğinde kendimize sormamız gereken asıl soru; kendi organlarımızı bağışladığımız kadar,  en sevdiklerimizin organlarını bağışlayıp bağışlayamayacağımız olmalıdır?  Görüldüğü gibi bu çok zor bir sorudur. Ama bir gün organ bekleyen bir yakınımızın olabileceği gibi organını bağışlamak veya bağışlamamak durumunda kalacağımız bir yakınımızda olabilir.

               1979 tarih ve 2238 sayılı yasa gereği organ bağışı yapılabilmesi için 18 yaşını doldurmuş olmak ve bu dileğinizi iki tanık huzurunda sözlü olarak yapmanız, ayrıca bunun hekim tarafından tasdik edilmesi yeterli olacaktır. Bunun için en yakın sağlık kuruluşuna başvurarak “ Doku ve Organ Bağış Belge”nizi alabilirsiniz. Organ ve doku nakli hizmetleri tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından birisidir.

               Ülke insanları olarak bu konuda daha duyarlı olmamız gerekir

İLKÖĞRETİM ÇOCUKLARI İÇİN SAĞLIKLI BESLENME

                                SEVGİLİ VELİLER

 

                     Çocuklarınızın ilkokula başladığı günü hatırlıyor musunuz?  Artık çocuklarınız  önceden olduğu gibi sizlerle birlikte değiller. Öğretmenleriyle ve arkadaşlarıyla birlikte yeni bir ortamdalar. Bir yandan da hızlı büyümeye devam ediyorlar, sürekli olarak yeni bir şeyler öğreniyorlar.

                     Artık eskisinden daha fazla ev dışında besleniyorlar. Acaba büyüme ve gelişmeleri için gerekli olan besinleri ve bunlardan ne miktarda yemeleri gerektiğini bilerek mi besleniyorlar? Yoksa amaçları sadece sevdikleri besinleri yiyerek karın doyurmak mı?

Her sevdikleri besin acaba onlar için yararlı mı? Gün boyu kaç kez yemek yerler? Hangi yiyeceklerin içinde neler var, bunlar onlar için neden gerekli? Acaba beslenme alışkanlıkları, sağlıklarını, başarılı ve mutlu olmalarını etkiler mi?

                     Kısacası öğrencilerimizin sağlıklı beslenmelerine yardımcı olabilmek amacıyla Atayurt Okulları Sağlık Birimi olarak bu metni hazırlamış bulunmaktayız.

 

                                           BESİN ÖĞELERİ  

 

      Proteinler;

  • Süt, yoğurt yumurta gibi hayvansal kaynaklı proteinler, daha kolaylıkla vücut proteinlerine dönüşebilirler.
  • Büyüme, gelişme için yeterli miktarda tüketilmeleri gerekmektedir.
  • Hayvansal kaynaklı proteinlerin gereğinden fazla tüketilmesi doğru değildir.
  • Mercimek, kuru fasulye gibi besinler bulgur, pirinç gibi besinlerle bir arada yenirse           vücudumuza daha çok yarar sağlar.

 

Karbonhidratlar;

  • Şekerlemeler, şekerli içecekler, çikolata, gofret, tatlı bisküviler, baklava, pamuk şekeri ve diğer tatlı yiyecekler fazla enerji verirler. Böyle besinler hızla kana karışarak çocukların iştahını azaltır. Böyle besinlerin özellikle yemek saatine yakın tüketilmesi sakıncalıdır.
  • Nişasta yapısındaki karbonhidratlar kana daha yavaş karıştıkları için kan şekerinin daha düzenli olmasını sağlarlar. Nişasta buğday, pirinç gibi tahıllarda ve bunlardan hazırlanan yiyeceklerde daha fazla bulunur.
  • Posadan zengin besinler, sindirim sisteminin sağlıklı çalışmasını sağlar. Posa ise nohut, kuru fasulye, mercimek gibi kuru baklagil, kepeği ayrılmamış tahıllar, sebze ve meyvelerin yapısında daha fazla miktarda bulunmaktadır.

 

Yağlar;

  • Yemek pişirilirken içine konulan az miktardaki yağ ve besinlerin bileşiminde bulunan görmeden yediğimiz yağlar bizim için yeterlidir.
  • Yağlar en fazla enerji sağlayan besin öğeleridir.
  • Yağda kızartılmış bütün yiyecekler, mayonez, kremalı yiyecekler, yağlı etler, sucuk, salam, sosis, çikolatalar ve çikolatalı yiyeceklerin yağ içeriği fazladır.
  • Özellikle katı yağlar kalp damarlarımız için daha  zararlıdır.

 

 

 

Vitaminler;

  Günlük olarak tüketmemiz gereken besinleri yeterli miktarda tüketebilirsek, vücudumuz için gerekli vitaminleri almış oluruz.

 

Minareller;

  • Vücudumuzda en çok bulunan mineral kalsiyumdur. Kalsiyum en çok  süt ve sütten yapılan besinlerde bulunur.
  • Demir en çok et, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek, koyu yeşil yapraklı sebzeler gibi besinlerde bulunur. Yemek sırasında çay, kahve, kola gibi içeceklerin ve çikolatalı yiyeceklerin tüketilmesi, vücudun demirden yararlanmasını azaltır. 
  • İyot, tiroid bezinin çalışması, büyüme ve özellikle zihinsel gelişme için gereklidir. İyot balık gibi deniz ürünleri ve iyotlu tuzun bileşiminde bulunur. Yemekler pişirilirken iyotlu tuz kullanmak gereklidir.

 

 

                                                 ÖĞÜNLERİMİZ

Sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam yemekleri ana öğünlerdir. Sabah ve öğle arasındaki ara öğün kuşluk adını alır. Öğle ve akşam yemeği arasındaki ara öğün ise ikindi’dir. Özellikle ana öğünleri atlamak yetersiz ve dengesiz beslenmeye neden olur.

Sabah Kahvaltısı;

Bütün gece açlıktan sonra günün en önemli öğünü sabah kahvaltısıdır. Sabahları çocuklarınızın kendilerini daha iyi hissetmeleri ve daha iyi öğrenmelerini sağlar. Kahvaltı etmeden okula giden çocukların daha az başarılı oldukları görülmüştür. Bu nedenle çocuklarınızı kahvaltı etmeden evden çıkarmamaya özen göstermelisiniz.

                        

ANA ÖĞÜNLER İÇİN DENGELİ MENÜ ÖRNEKLERİ

 

KAHVALTI

   

PEYNİR

HAŞLANMIŞ YUMURTA

TAZE MEYVE SUYU

EKMEK

SÜT

POĞAÇA

MANDALİNA VEYA

PORTAKAL

SÜT

HAŞLANMIŞ YUMURTA

DOMATES –SALATALIK

EKMEK

PEYNİRLİ OMLET

DOMATES SALATALIK

EKMEK

IHLAMUR

KAŞARLI TOST

TAZE MEYVE SUYU

SÜT

TAHİN-PEKMEZ

EKMEK

PORTAKAL

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖĞLE VE AKŞAM YEMEKLERi

 

 

KURU FASULYE YEMEĞİ

BULGUR PİLAVI

KARIŞIK SALATA

AYRAN

KIYMALI KABAK YEMEĞİ

MAKARNA

YOĞURT

KIYMALI TEPSİ BÖREĞİ

DOMATES SALATASI

AYRAN

MERCİMEK ÇORBA

ETLİ YAPRAK SARMA (YOĞURTLU)

MEYVE

 

FIRINDA TAVUK

PİRİNÇ PİLAVI

HAVUÇ-MARUL SALATASI

PÜRELİ KÖFTE

ZEYTİNYAĞLI TAZE FASULYE

SÜTLAÇ

 

  • Vücut ağırlığınız fazla değilse kahvaltılıklara pekmez, bal, reçel, marmelat ekleyebilirsiniz.
  • Örneklerde yer alan sebze ve meyveler mevsime uygun seçilebilir.
  • Değişik bir kahvaltı yapmak istediğinizde süt veya yoğurt içine mısır gevreği, yulaf ezmesi gibi kahvaltılık tahıllardan koyabilirsiniz. Yanında meyve yemeyi unutmayınız.

ÇOCUKLARDA DİYABET HASTALIĞI

TİP-1 DİYABET NEDİR?

Şeker Hastalığı olarak da bilinen diyabetin çocukluk çağında görülen şekline Tip-1 diyabet diyoruz. Tip-1 diyabet insülin yetersizliği sonucu ortaya çıkan ve kan şekeri (glukoz) da yükselme ile seyreden bir hastalıktır. İnsülin vücudumuzda pankreas bezinden salgılanan ve kandaki şekerin vücut hücreleri tarafından kullanılmasını sağlayan bir hormondur. Normalde vücudumuzdaki hücreler yaşamlarını ve görevlerini sürdürebilmek için gerekli enerjiyi kandaki şekeri adeta bir yakıt gibi kullanarak sağlarlar. Nasıl ki, bir araba yeterli benzin sağlanmadan çalışamaz ise hücreler de şekeri kullanamazlarsa görevlerini yerine getiremezler.

Besinlerle aldığımız karbonhidratlar barsaklarda basit şekerlere dönüştürülerek emilir ve kana karışırlar. Beslenme sonrası kan şekeri yükselmeye başladığında diyabeti olmayan insanlarda pankreastan insülin salgısı artar ve bunun sonucunda kana geçen şeker hücreler tarafından kullanılır veya depo edilir. Diyabetlilerde ise insülin salgısı yetersiz olduğu için barsaklardan kana geçen şeker hücreler tarafından kullanılamaz ve kan şekeri yükselir.

Sağlıklı kişilerde beslenme veya açlık sırasında kandaki şeker düzeyine göre vücut kendi kendine insülin salınım miktarını ayarlayarak kan şekerinin normal sınırlar arasında kalmasını sağlar. Ancak diyabetli bir çocukta ise pankreas insülin üretemediği için kan şekeri devamlı yüksektir ve beslenmeden sonra daha da yükselir.

TİP-1 DİYABET NASIL GELİŞİR:
Çeşitli çevresel ve bünyesel nedenler sonucu pankreasın insülin üreten hücrelerinin harap olması sonucu diyabet gelişir. İnsülin yeterince üretilemeyince kandaki şeker hücreler tarafından alınıp kullanılamaz ve kullanılamayan şeker kanda birikerek kan şekerinin yükselmesine neden olur. Kan şekerinin normalin üzerine çıkmasına HİPERGLİSEMİ denir. Normalde diyabetli olmayan kişilerde kan şekeri düzeyi 70-110 mg/dl arasındadır. Diyabetlilerde ise kan şekeri bu değerlerin çok üzerine çıkar. Kan şekeri 170-180 mg/dlnin üzerine çıktığında kandaki şekerin bir kısmı idrara da geçer ve idrarda şeker çıkmaya başlar. İdrardaki şekeri idrar test çubuğundaki renk değişimi ile saptayabiliriz. İdrarda şeker miktarı artınca şekerle beraber su da atılacağından çocuğun çıkardığı idrar miktarı artmaya başlar. Sık sık idrara çıkar veya geceleri idrar kaçırmaya başlayabilir. İdrarla olan bu su kaybını yerine koyabilmek için de çok su içmeye başlar. Böylece çok su içme ve çok idrara çıkma başlar. Bunlar hipergliseminin belirtileridir.

Diyabetli çocuklarda insülin eksikliği sonucu kandaki şekerin kullanılamaması sonucu aç kalan hücreler enerji sağlayabilmek için yağları ve proteinleri parçalamaya başlarlar. Bunun sonucunda kilo kaybı meydana gelir. Ayrıca yağların enerji üretimi için kullanılması sırasında KETON adı verilen asit yapıda maddeler açığa çıkar. Ketonlar mide bulantısı ve kusma’ya neden olurlar. Ayrıca vücuttan bu asit maddeleri atabilmek için hızlı nefes alıp verme başlar. Ketonlar idrarla da atılırlar. İdrarda keton olup olmadığı idrar test çubuğu ile kolayca anlaşılabilir. İdrarda keton (turkeyarena.com) var ise test çubuğundaki açık renk koyu pembe-mor renge dönüşür. Eğer diyabet bu dönemde teşhis edilmez ve gerekli tedavi başlanmaz ise çocuk diyabet ketoasidozu dediğimiz ağır tabloya girebilir ve koma gelişebilir.

Diyabet belirtileri

· Çok su içme

· Çok idrara çıkma

· Gece idrar kaçırma veya gece idrara kalkma

· Aşırı yemek yeme

· Kilo alamama veya kilo kaybı

· Halsizlik, yorgunluk, uyuma isteği

· Ağızda çürük elma kokusu

· Karın ağrısı

· Mide bulantısı ve kusma

· Hızlı nefes alıp verme

TİP-1 DİYABET NASIL TEDAVİ EDİLİR:

Tip-1 diyabeti vücuttan tamamen uzaklaştıracak yani vücudun yeniden kendi insülinini yapmasını sağlayacak yaygın bir tedavi bugün için mümkün değildir. Ancak, vücüdun ihtiyacı olan insülini dışarıdan enjeksiyon ile vererek kan şekerini istenilen düzeylere indirmek ve yukarıda sayılan olumsuz gelişmeleri tersine çevirmek mümkündür. Çocuklarda görülen Tip-1 diyabet erişkinlerde görülen Tip-2 diyabetten farklıdır. Erişkin diyabetlilerin çoğunda pankreasın insülin üretimi devam ettiği için diyet veya ağızdan alınan diyabet ilaçları ile tedavileri mümkün olmaktadır. Ancak Tip-1 diyabetde pankreasın insülin üreten hücreleri tamamen veya tama yakın ölçüde harap olduğu için bu (turkeyarena.com) mümkün değildir. Bu nedenle diyabetli çocukların dışarıdan enjeksiyon ile insülin almaları gerekmektedir. İnsülin ağızdan verildiğinde midede parçalandığı için etkisizleşir. Bu nedenle enjeksiyonla verilmesi gerekmektedir.

Diyabet tedavisinde insülinin yanısıra dengeli bir beslenme ve aktivite planı ile çocuklar tamamen normal ve aktif bir yaşam sürdürebilmektedirler.

O halde diyabet tedavisinde üç ana unsur sözkonusudur.

Bunlar:

1. İnsülin

2. Beslenme planı

3. Aktivite ve egzersiz’dir.

Diyabetin istenilen şekilde kontrolü bu üç unsur arasında iyi bir denge kurulmasına bağlıdır. Bunlardan insülin ve aktivite kan şekerini düşürücü, beslenme ise kan şekerini yükseltici yönde etki yapmaktadır.

Diyabette hedef kan şekerleri

Diyabetli olmayanlarda kan şekerleri 70-110 mg/dl arasındadır. Diyabetlilerde ise tedavi ile kan şekerlerini mümkün olduğunca normale yakın tutmak istiyoruz. Aşağıda yaşlara ve açlık-tokluk durumuna göre diyabetlilerdeki hedeflediğimiz kan şekeri düzeyleri görülmektedir:

0-1 yaş: Açlıkta: 90-170 mg/dl

Toklukta: 120-200

Yatmadan önce: 110-170

Okul öncesi: Açlıkta: 80-160

Toklukta: 110-190

Yatmadan önce: 110-150

Okul çocuğu ve: Açlıkta: 80-130

ergen Toklukta: 110-170

Yatmadan önce: 110-130

Diyabetli bir çocukta zaman zaman kan şekerinin bu sınırların dışına çıkması kaçınılmazdır. Ancak önemli olan kan şekerlerinin çoğunun bu sınırların içinde kalmasını sağlamaktır. Bu da iyi bir diyabet eğitimi, kan şekerinin mümkün olduğunca sık ölçümünün yanı sıra insülin, beslenme ve egzersiz arasındaki dengenin iyi bir şekilde kurulması ile sağlanır.

ERGENLİK DÖNEMİ

ERGENLİK DÖNEMİ

 Fiziksel Büyüme

                   Büyüme ve gelişme, adolesanlarda belirgin bir hızlanma gösterir ve bu dönemin sonunda erişkin hayattaki antropometrik ölçüm değerlerine ulaşır. Genel büyüme ile birlikte, iç organ ve salgı bezlerinin büyüklüklerinde; kemik, yağ ve kas kitlelerinde belirgin artış olur. Baş ve beyin büyümesi 10 yaş civarında, erişkin değerlerinin % 96’sına ulaştığından puberte ile belirgin değişiklik göstermez. Üreme sistemindeki büyüme, seksüel maturasyonla birlikte bu dönemde hızla gerçekleşir. Farklı olarak lenfoid dokularda (timus, tonsiller, adenoidler) gerileme olur. 

                  Boyca uzama hızı kızlarda 10 yaş, erkeklerde 12 yaş civarında artmaya başlar. Pubertede erkekler 10-30 cm, kızlar 10-20 cm uzar. Erişkin boy uzunluğunun % 20-25’i bu dönemde kazanılır. Adolesanlarda, 11-16 yaşları arasında herhangi bir yaş diliminde görülebilen ve genellikle 2-3 yıl süren, bu büyüme hızlanmasına, büyüme atağı denilir.  

Bu dönemde,  yeterli seks steroidlerinin salgılanmaya başlaması büyüme hormonu sekresyonunu arttırır.

                  Büyüme hormonu ve seks steroidleri büyüme atağının gelişmesinde sinerjik etki ederler.  Büyüme atağı sırasında boy artış hızı maksimuma ulaşır ve buna boy uzama hızı doruğu denilir. Kızlarda erkeklerden iki yıl önce gözlenir.

                  Erişkin erkekler ile kadınlar arasında ortalama 12-13 cm.lik boy farkı vardır. Bunun nedenleri; erkek adolesanların cinsel gelişmesinin kızlardan geç başlaması, büyüme hızı doruğuna erkeklerde geç ulaşılması ve büyüme atağı sürecindeki boy artımının daha fazla oluşudur.

                 Ergenlerde lineer büyüme, ekstremitelerde ve gövdede olmak üzere iki kısımdan oluşur. Büyümesi ilk hızlanan vücut kısmı bacaklardır ve ekstremitelerin distal kısımları proksimallerinden önce uzar. Bir başka deyişle başlangıçta ayaklar ve eller büyür, sonra bacaklar ve kollar. Gövde uzamasındaki hızlanma ise bacaklardan bir yıl sonradır.

                Ergenlere büyüme atağı süresinde erişkin hayattaki ağırlığın yaklaşık yarısı kazanılır. Yaşa göre boy ve ağırlık oranları arasındaki fark % 15’den fazla olmamalıdır. Erkeklerde boy ve ağırlık artım hızı doruğu beraberce, kızlarda ise artım doruğu boydan yaklaşık 6 ay sonra olur.

               Deri altı yağ dokusu iki cinste de adolesansın ilk yıllarında azalır. Yağ dokusundaki azalma hızı, boyca uzama doruğunda en yüksek değere ulaşır ve sonrasında kızlarda daha fazla olmak üzere her iki cinste de yağ kitlesinde artış gözlenir. Kas dokusundaki artış hızı; kızlarda  menarş, erkeklerde ise boyca uzama hızı doruğu ile eş zamanlı olarak en yüksek değere ulaşır ve erkeklerde kas dokusu artışı kızlardan daha fazladır.

               Pubertal büyüme atağı sırasında, erişkin hayattaki total kemik kitlesinin yaklaşık % 37’ si kazanılır. Ergenlik, hızlı fiziksel büyümenin yanında, hızlı iskelet gelişimi ile de karakterizedir. Total vücut kemik mineral içeriği ve dansitesi, puberte  sırasında her iki sekste de hızla artar ve puberteden sonra zirveye ulaşır. Erişkinlerde kemik densitesinde 20 yaşından sonra artış olmadığı gösterilmiştir. Ergen döneminin sonundaki kemik kitlesinin doruğu, hayatın ileri dönemlerindeki osteoporoz riski açısından ana belirleyicidir. Bu nedenle koruyucu sağlık hizmetleri açısından, ostreoporozu önleme programları ergen yaş gurubunda başlatılmalıdır.

ERGENLERDE POZİTİF BESLENME ALIŞKANLIKLARI KAZANDIRMAK VE FİZİKSEL AKTİVİYEYİ ARTTIRMAK

ERGENLERDE POZİTİF BESLENME ALIŞKANLIKLARI KAZANDIRMAK VE FİZİKSEL AKTİVİYEYİ ARTTIRMAK

                  Ergenlik döneminde gençler ailenin beslenmesinde daha etkin ve ev dışında daha çok beslenmektedirler. Gençler besin seçimi ve aktivitelerin önemi ile ilgili gerçekleri bilmelerine karşın beslenme ve aktivitelerine bunu yansıtamamaktadırlar. Bu dönem çocukluktan sonra en hızlı büyüme dönemidir. Sağlıklı besin seçimi büyüme ve gelişmeyi olumlu yönde etkilemektedir. Örneğin; kemik gelişimi için kalsiyum, kas gelişimi için protein, enerji için yağ ve bu metabolik olayların gerçekleşmesi için vitamin ve minerallere gereksinim duyulmaktadır.

Besin Seçimi Konusunda Öneriler   

    Gençler, besleyici değeri düşük, yüksek enerjili, fazla yağlı ve tuz içeren yiyecekler yerine, evde hazırlanan çiğ sebze,  salata, yoğurt, sütlü tatlıları tercih etmelidirler. Fast food restoranlara arada bir gidilecekse; sağlıklı menü seçimlerine  (örneğin hamburger beraberinde ayran, salata veya meyve suyu iyi bir seçimdir.) yönlendirilmelidir.

Gençler üzerinde yapılan bir çalışmada, yetersiz sebze ve meyve tüketimi ile zayıf  aile iletişimi, aşırı bilgisayar kullanımı ve düşük beslenme bilgisi arasında önemli ilişki olduğu saptanmıştır.

    Gençler dışarıda yüksek yağlı yiyecek tüketmiş ise, evde az yağlı yiyecekleri tercih etmelidirler.
    Yiyecek alışverişi, menü planlama, yemek hazırlama ve pişirme konularında gençlerden yardım istenebilir,
    Ev dışında yedikleri yiyeceklerin seçimi için öneri getirilebilir. Bu yolla kilo kontrolü yolu da öğretilmiş olur,
    Sağlıklı yaşam tarzı için düzenli egzersiz, düşük yağlı yiyecek, sebze meyve tüketimini artırma, sigara içmeme, alkol kullanmama konularında çocuklarınızı bilinçlendirebilirsiniz. Bunun için de sizin iyi örnek olmanız gerekmektedir.
    Eğer çocuğunuzun kilo sorunu varsa onu eleştirmeden, yaşam tarzını değiştirmesine yardımcı olmalı ve bir diyetisyenden yardım istemelisiniz. Bu denemede oluşabilecek duygusal sorunları iyi iletişim ile çözmeye çalışmalı, bunun abur cubur beslenmeye yol açmasına engel olmalısınız. Evinizde sağlıklı yiyecekler bulundurmaya özen göstermelisiniz.
    Genç kızlar çekici bir vücuda sahip olma güdüsüyle çoğu kez hatalı diyet yapmakta, bunun sonucunda yeme davranışı bozuklukları gelişebilmektedir. Erkekler ise egzersiz yapmaya, vücut geliştirmeye önem vermektedir. Bunun için de proteinden zengin beslenmeye çalışmaktadırlar. Oysa ki fazla protein tüketimi gerekli değildir.
    Çocuğunuzla birlikte fiziksel aktivitenizi artırmaya özen gösterin. Gençler sürekli arkadaşları ile vakitr geçirmekte, ödev yapmakta, hatta saatlerce telefonla görüşmekte ve çok meşgul görünmektedirler. Ancak bu aktiviteler aktif yaşadıkları anlamına gelmemektedir.
    Gençler için aktivite kendini enerjik hissetme, güven, iyi bir görünüm, okul başarısı, yaşam boyu doğru alışkanlık kazanma, kronik hastalık risklerini azaltmak için önemlidir. Ancak bu yaş grubunda aktiviteyi azaltan en önemli nedenler; sınavlar, hazırlık kursları, TV, bilgisayar oyunlarına ayrılan zamandır.
     Gençlere 16 yaşa kadar haftada 3 veya daha fazla 20-25 dakika egzersiz önerilmekte,  16 yaş üzerindekilere 30 dakika/her gün egzersiz önerilmektedir.

 Aktivite Artırma Önerileri     

     Aktivite için bir arkadaş ile buluşmasını önerin,
    Arkadaşlarıyla telefonda konuşması yerine yürüyüş yaparak sohbet etmesini önerin,
    Bir spor kursuna yazılmasını sağlayın,
    Okul takımında yer alması için cesaretlendirin.

 
 ERGENLERDE FİZİKSEL AKTİVİTE VE EGZERSİZİN ÖZENDİRİLMESİ

                 Fiziksel aktivite enerji kullanarak vücut hareketlerini anlatmak için kullanılan uluslar arası bir terimdir. Yürüme örnek olarak verilebilir. Fiziksel aktivitenin tipleri, egzersiz, spor, oyun, dans , ev işi ve bahçe işleri v.b’ dir.

                Dünya Sağlık Örgütüne göre SAĞLIK kişinin fiziksel, psikolojik ve sosyal iyi yönde olma durumu olarak tanımlanmıştır.

Adolesanlarda sağlığı bozan durumlar;

    Çocukluk obezitesi
    Tip 2 diyabet
    Hipertansiyon
    Osteoporoz
    Depresyon
    Sigara/alkol/ilaçlar
    Adolesan hamilelik

                Düzenli fiziksel aktivitenin, hipokinetik hastalıkları, bu hastalıklara bağlı erken ölümleri önlediği ve sağlık yönünden kalitesi yüksek bir hayat sağladığı ortaya çıkmıştır.

 
Fiziksel Aktivitenin Sağlığa Faydaları  Riskini Azaltır:

     Erken ölüm
    Kalp rahatsızlığından erken ölüm
    Diyabetin gelişmesi
    Kan basıncının yükselmesi
    Kolon kanseri olma
     
Azaltır:

    Yüksek olan kan basıncını
    Depresyon ve anksiyeteyi

 Yardımcı Olur:

 * Kilo kontrolünde

* Sağlıklı kemik, kas ve eklem yapısının oluşturulması ve devam ettirilmesi

* Güçlü ve çevik yaşlanmayı sağlayarak yaşlıların düşmeden, rahatça hareket etmesinde

* Fizyolojik olarak kendini iyi hissetmede

 
İyi Sağlığın Avantajları

 
    Kendini iyi hissetmek
    Kendine güvende artış
    Diğer kişilerle olumlu iletişim
    Gerilim ve anksiyeteyi  kontrol edebilir
    Daha pozitif bir bakışa sahip olmak
    Daha uzun yaşamak
    Kalp hastalığının riskini azaltmak
    Hipertansiyonu önlemek
    Dolaşımı artırmak
    Akciğerleri kuvvetlendirmek
    Enfeksiyondan uzaklaşmak


Fiziksel Aktivite:

    Hipertansiyon ve osteoporozu önler
    Hipertansiyonlu adolesanlarda aerobik egzersiz sistolik ve diastolik kan basıncını azaltır
    Mental sağlığı geliştirir
    Kendine güveni artırır
    Anksiyete/depresyonu azaltır
    Davranış, disiplin ve sorumlulukları geliştirir
    Akademik görevlere katılma becerisi fiziksel aktivite ile gelişir
    Kilo kaybına eşlik eder
    Abdominal yağı azaltır.


            Her yaşta fiziksel aktivitenin sağladığı yararlar önemlidir. Fiziksel aktiviteye önem vermeyen saatlerce bilgisayar veya televizyon başında oturan çocukların ve gençlerin obeziteye daha yatkın oldukları bilinmektedir. Çünkü bu oturma süresince yiyecek tüketimlerinde de artış olmaktadır. Çocuklara ve gençlere uygun fiziksel aktivite alışkanlığının kazandırılması ve bu davranışını alışkanlık haline getirmesini sağlamak önemlidir.

            Sağlıklı ve verimli bir toplumun geleceği olan ergenlerde sağlıklı yaşamın kalitesini ve yıllarını artırmak, olabilecek problemlerini elimine etmek ve boş zamanlarında aktivitesi olmayanlar için aktivite süresini artırmak amacıyla okul saatleri dışında geçirilen boş  saatlerde   spor alanlarını kullanım olanakları sağlanmalı ve fiziksel aktivite ve fitnes programlarını özendirme çalışmaları artırılmalıdır.

             Her gün fiziksel olarak aktif olmak amaçlanmalıdır. Kalori harcanması kişinin vücut ağırlığı ve aktivite şiddetine göre değişir.

 İlk kez egzersize başlayacak olan bir ergen için egzersiz reçetesi:

Terlemenin arttığı ve solunumun zorlaştığı egzersizler veya haftada 3 gün 30 dak. Yürüme ile başlanabilir. 4 hafta sonra haftada 5 veya daha fazla  gün 45-60 dak. ya çıkarılarak program devam edebilir.

 

FİZİKSEL AKTİVİTE+ERGEN=SAĞLIKLI BİR YAŞAM

ERGENE YAKLAŞIM

ERGENE YAKLAŞIM
 

                  Adolesanlarda  belirgin olarak fiziksel, cinsel, bilişsel,sosyal ve ruhsal değişiklikler olur ve bunlar adolesanlarda, ailelerde, sağlık personelinde, öğretmenlerde ve toplumda çeşitli zorluklar oluşturur. Bu yaş grubuna hizmet verenler için en büyük zorluk, oluşan bu değişikliklerin hepsinin eş zamanlı olmamasıdır. Örneğin pubertesi daha erken yaşlarda başlayan, fiziksel ve cinsel gelişimi neredeyse tamamlanmak üzere olan bir ergen, bilişsel ve ruhsal açıdan hala bir çocuk gibi davranabilir.  Tam tersine, pubertesi daha geç yaşlarda başlayan bir ergen bilişsel ve ruhsal açıdan  daha olgunken, cinsel gelişimi henüz başlangıç evrelerinde olabilir. Ayrıca aynı yaştaki ergenlerin hepsi aynı gelişim basamaklarında olmazlar. Pubertenin başlangıcı ve ilerlemesinde belirgin varyasyonlar olabilir. Bu nedenle ergenlerle çalışan meslek gruplarının ve ailelerin bu gibi bireysel farklılıkların bilincinde olmaları gerekmektedir.

            Adolesanlara verilen sağlık hizmetleri de, yaş ve gelişimsel düzeye uygun olmalıdır. Sosyokültürel farklılıklara ve bireyselliğe duyarlı olmalıdır. Adolesanlarla ilgilenen doktorlar, görüşme ve muayenelerindeki gizlilik ilkesini sağlamalıdırlar.

           Ergenle ve ailesi ile mutlaka ayrı ayrı görüşme ortamı sağlanmalı ve ailesinin yanında konuşmak istemeyeceği problemleri de sorgulanmalıdır. Öykü alırken, konuşmaya en aza kişisel sorular ile başlanmalı, yeterli diyalog sağlandıktan sonra benzer soruların diğer ergenlere de sorulduğu açıklanarak kişisel sorunları ve riskli davranışları gündeme getirilmelidir.

            Bütün bunların yapılabilmesi için ergen görüşmelerine daha uzun süre ayrılmasının gerekliliği açıktır.

            Ergenlerin ihtiyaç duydukları güven ve saygı ortamının sağlanması, ergenin hekime açılmasının ve başvuru şikayeti yanında, gizli gündeminin ortaya konulmasının ön koşuludur. Ergene bir çocuk gibi yaklaşılmamalı, onun kendisini bir erişkin gibi görüyor olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle görüşme sırasında açık uçlu sorular sorulmalı, gerekli yönlendirmeler yapılmalı ama iyi bir dinleyici olmaya da dikkat edilmelidir. Önerilerde bulunurken emir kipi asla kullanılmamalı, hatta eğitici rol üstlenilmemeli, kendi kararlarını kendisinin vermesi için danışmanlık yapılmalıdır. Sorumluluklarını üstlenebilmesi için fırsat verilmelidir. Adolesana söz hakkı vermeden, katılımını sağlamadan sağlık hizmeti yürütmek genellikle olanaksızdır.

               Ergenle yapılan görüşme sırasında önemli noktalardan biri de ergeni değil, hatalı davranışlarını eleştirmeye dikkat edilmesidir. Ergene hatalısın demek yerine, önce olumlu geri bildirim ile yaklaşarak iyi davranışları övülmeli, ardından hatalı davranışı eleştirilmelidir. Bu yaş döneminde arkadaş ilişkileri çok önemli olduğundan, benzer şekilde arkadaşlarını değil de, arkadaşlarının hatalı davranışlarını eleştirmek doğru olacaktır.   

              Cinsel gelişiminin başlaması ve büyüme hızının artması ile birlikte gencin dikkati vücudundaki bu değişime çevrilir. Adolesanda bedensel ve cinsel açıdan hoşnut olunacak bir beden algısına sahip olmak ve korumak en önemli ihtiyaçlardan birisidir. Bu aynı zamanda benlik saygısının (self esteem) oluşması ve kimlik (identity) gelişimi bakımından da önem taşımaktadır. Ergenlerin bu konulardaki duyarlılıkları dikkate alınmalı ve ailelerine de, ergenlerin bedenleriyle aşırı uğraşmalarına anlayışlı olmaları ve bunun yaşlarının gereği olduğu mesajı vurgulanmalıdır.

               Gençlerin çoğu, fiziksel olarak büyümüş ve cinsel bakımdan gelişmekte oluşlarının kendilerine psikososyal bakımdan da, birkaç yıl gibi kısa sürede, bir erişkinin matürasyon ve becerisini kazandırdığı inancı ve iddiasında olabilirler. Bu nedenle, ergenler bir anda ve her alanda bağımsızlık beklentisi içinde olabilirler.

                 Bağımsızlık çabalarının aile tarafından isyan olarak yorumlanmaması ve psikososyal gelişme düzeyleri ile orantılı olarak gittikçe artan bağımsızlık tanınması, aile  ile yaşanabilecek çatışmaların önlenmesi açısından önemlidir. Ancak  bu bağımsızlık; ailenin ve toplumun değer yargılarına uygun, karşılıklı görev ve sorumluluklar ile ters düşmeyecek, aile düzeni ve imkanlarını zorlamayacak ölçülerde olmalıdır.

                  Sağlıklı psikososyal gelişmenin en önemli şartlarından birisi de ergenin çevresine örnek alacağı bir erişkin bulabilmesidir. Anne ya da baba iyi bir rol model olmadığı sürece sadece söylediklerinin ergen için bir anlamı olmayacaktır. Kendisi sigara içen bir babanın, oğluna sigaranın zararlı olduğunu söylemesi ve sigarayı yasaklamasının hiçbir etkinliği yoktur. Benzer biçimde ailede, anne ve babanın birbirlerine ve çocuklarına sevgi ve saygıya dayalı bir davranış modeli içinde olmaları, ergenin de davranışlarını olumlu etkileyecektir. Sürekli tartışma ortamı içinde olan ergenlerin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle psikosoyal risk faktörlerinin değerlendirilmesinde mutlaka aile ile olan ilişkiler sorgulanmalıdır. Hekim de iyi bir rol model olmalı ve gerektiğinde koçluk görevini üstlenebilmelidir.

               Adolesans kendini kanıtlama, kabul ettirme, beğeni toplama, popüler olma arzu ve ihtiyacının çok büyük olduğu bir dönemdir. Gençler sadece ailenin değil, akran gruplarının da üyesidirler ve onlarla bütünleşmek zorundadırlar. Gencin kendi kendini bulma ve toplumla kaynaşma deneyimleri için aile tarafından fırsat tanınmalı fakat tamamen sınırsız ve denetimsiz bırakılmamalıdır.

              Prensip olarak yalnızca hastalığa değil, ergenin bizzat kendisine de eğilerek yaklaşılmalıdır. Böyle bir yaklaşımın, ergene yardım için yapılacak tanı ve tedavi planlamaları ve girişimlerinde, hastalığın özellik ve ihtiyaçları kadar önemli olduğu unutulmamalıdır. Adolesan hekimliği aynı zamanda koruyucu sağlık hekimliğidir.

BEYAZ BAYRAĞIMIZI YENİLEDİK.

Özel Atayurt İlk Öğretim okulu Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığının işbirliği ile 2006 yılında başlattığı"Temiz Okul, Sağlıklı Okul"Proje kapsamında temizlik ve hijyen kurallarına uygun olarak çalışmalar yapılmış,ilimizde düzenlenen ilk Beyaz Bayrağı almaya hak kazanan okullardan birisi olmayı başarmıştır.

  2006 yılından itibaren her iki yılda bir,İl Sağlık Müdürlüğü ve Milli Eğitim müdürlüğünce düzenlenen denetimlerde Beyaz Bayrağımızın yenilenmesi sağlanmış,en son 14.04.2011 günü itibarı ile yenilenerek temizlik ve hijyen kurallarına uygun okul olduğumuzu bir kez daha kanıtlamıştır..
  Okulumuzda Beyaz bayrağın yenilenmesinde emeği geçen Öğretmen ,öğrencilerimizi ve personelimizi kutlarız.

GÜNEŞTEN KORUNMA YOLLARI

  Okulumuz 6. 7. Ve 8. Sınıf öğrencilerine ve öğretmenlerine yönelik Avene firma yetkilileri ve Eczacı Hayriye BAŞKAN’ın organize ettiği Güneşten Korunma Konulu Proje kapsamında bir konferans verildi. Konferans proje sorumlusu Hayriye BAŞKAN ve Avene Genel Md. Stephane tarafından yapılan açılış konuşmasıyla başladı.

         Dermatolog Dr. Belda TÜNER güneşten korunma yolları, sağlıklı bronzlaşma, vücuttaki benlerin ne kadar tehlikeli olabileceğiyle ilgili öğrencilerimizi bilgilendirdi.

         Öğrencilerimizin merak dolu soruları ve Okul Müdürü Yaşar Gündüz DOĞAN’ın proje yetkililerine teşekkür etmesiyle program sona erdi. Öğrencilere Avene firması tarafından güneş koruyucu krem ve çeşitli hediyeler dağıtıldı.

OKUL KORKUSUNU HAFİFE ALMAYIN

Okula yeni başlayacak çocuklarda rastlanan ve halk arasında ‘Okul korkusu’ olarak bilinen tıbbi adıyla ‘Ayrılık kaygısı’ olarak tanımlanan durumu yaşayan çocuklar anneye bağımlı olan çocuklardır.  Bu çocukları anneden ayırarak sınıfa almak oldukça zordur.  Çocuk direnir, annesine yapışır, ağlar, annesinin de sınıfta kendisinin yanında oturmasını ister. Böyle bir durum uzun sürerse, aile bir hekimle  görüşmelidir. Geciktirilen tedavi kaygıyı arttırabilir. Buna bağlı olarak da çocuk ve aile içi sorunlar artar, uygun tutumların geliştirilmesi daha uzun zaman alır. Çocukta dikkat eksikliği, diğer adıyla  hiperaktivite bozukluğu yaşanabilir. Bu çocukların birçoğunun okul öncesi dönemlerde de çok hareketli ve dürtüsel oldukları, yani akıllarına ilk gelen biçimde davrandıkları aileleri tarafından fark ediliyor. Ancak bir kısmında ise sadece dikkat eksikliği ön planda olduğu için, ancak okula başladıktan sonra derslerde dalgın oluşları, derse dikkatlerini verememeleri gibi nedenlerle öğretmenlerinin dikkatini çekiyorlar.     

               Bu çocuklar tedavi edilmezlerse, başarısız, anlamıyor, dinlemiyor, yaramaz olarak algılanabilir. Bu çocuklarda uygun bir tedavi uygulanmadığında, ileride davranış bozukluğu belirtileri, ilaç ve madde bağımlılığı gibi sorunların daha sık görüldüğü de biliniyor. Oysa ki uygun tanı ve tedavi ile bu çocukların sosyal, duygusal ve akademik olarak hak ettikleri seviyeye ulaşmaları mümkün olabilmektedir.

ÇOCUKTA GÖRME BOZUKLUĞU

    Çocuklarımız, geleceğimiz, en kıymetli varlıklarımızdır. Onların üzerine titrer, uykusuz geceler geçiririz. Sağlıklı yetişmeleri için kendi sağlığımızı bile ihmal edebiliriz. Fakat bazen bilgi eksikliğinden kaynaklanan ihmaller sonucu çocuklarımız ileri yaşlarda tedavisi çok zorlaşan sorunlarla karşılaşabilirler. Bu sorunların en önemlilerinden ikisi özellikle küçük yaşlarda ortaya çıkan ve erken teşhis durumunda başarıyla tedavi edilebilen ŞAŞILIK ve GÖZ TEMBELLİĞİ’DİR.

    Göz muayenesinin belli bir yaşı yoktur. Şikâyeti olan çocuk hangi yaşta olursa olsun muayene edilebilir. Çocuğun muayeneye müsaade etmediği durumlarda uyutucu, sakinleştirici ilaçlar kullanılır, onlarla da verimli sonuç alınamadığı takdirde genel anestezi verilerek muayenesi tamamlanır. Çocukların hiçbir şikâyeti olmasa bile 3-4 yaşlarına kadar en az bir defa göz muayenesinden geçmiş olmaları gerekir.

ÇOCUKTA GÖRME BOZUKLUĞU NASIL ANLAŞILIR?

     Çocukların  görme bozukluğunu zamanında saptamak ilk planda anne ve babanın görevidir. Göz bozukluğunu anlayabilmek için bir takım belirtilere dikkat etmek gerekir. Bu belirtiler şunlardır:

* Çocuk bir şeye dikkatli bakarken gözlerini kısar ve sonunda gözleri sulanır.

* Yazı yazarken harfler oldukça küçüktür. Bir şey okurken burnunu kitaba yapıştırır.

* Televizyon izlerken çok yakınına oturur. Sık sık gözlerini kırpıştırır.

* Başının ağrıdığından şikayet eder ve elleri ile gözlerini oğuşturur.

* Kendi yaşındaki arkadaşları ile top oynarken kendisine atılan topu tutamaz elinden kaçırır.

* Bunların hiç biri yoksa okula başlamadan önce ve on-iki yaşından sonra göz hekimine göstermekte yarar vardır.

    Çocuklarda zamanında tespit edilerek tedavi edilmeyen göz bozuklukları, göz kayması, göz tembelliği, şaşılık gibi hastalıklar onların hayat boyu az görmesine , derslerinde, spor aktivitelerinde ve hayatlarının bir çok alanında başarısız olmasına sebep olabilir.

     Bu gibi hastalıkların teşhis ve tedavisinde geç kalmayın, çocuğunuzun geleceğini karartmayın! Hiç bir şikayet olmasa da bebeklerde 6. ay, çocuklarda 3 yaş ilk göz muayenesi için ideal zamandır. Ancak aşağıdaki belirtilerde vakit kaybetmeden çocuk göz hastalıkları alanında uzman göz hekimine ( pediatrik oftalmolog) gidilmelidir.

*  Bir gözü kısma ya da kapatma

*  Siyah görünmesi gereken göz bebeğinde beyaz yada puslu renk

*   Cisimleri sürekli gözüne yakın tutma

*    Başını bir yana eğerek bakma

*    Gözlerini sık sık ovuşturma

*  Bir veya iki gözün içe veya dışa kayması

*  Prematüre doğum

*  Ailede göz tembelliği teşhisi

*  Ailede göz bozukluğu

0–16 yaş grubundaki çocukların göz sağlığı koruma

    Doğduktan hemen sonra,

* 6 aylıkken,

* 3 yaşındayken,

* Okula başlamadan önce

* Okul süresince her yıl,

Periyodik olarak göz muayenelerinin yapılması gereklidir.

ÇOCUK GRİBİ: BULAŞMASI, SEZONU, BELİRTİLERİ, TEŞHİSİ, TEDAVİSİ VE ALINACAK ÖNLEMLER

Grip, etkeni influenza virüsü olan, ateş, titreme, öksürük ve baş ağrısı belirtileri ile seyreden bir hastalıktır. Oldukça bulaşıcı bir hastalık olup, üst solunum yollarını etkiler. Bazen kulak ve sinüs enfeksiyonlarına da neden olabilir. Virüs her yıl genetik yapı değiştirdiğinden bağışıklık bırakmaz, dünya çapında enfeksiyonlara yol açabilir.
Grip birçok insanda bir-iki hafta içerisinde kendiliğinden düzelir ancak;

*  bebekler ve beş yaş altındaki çocuklarda,

*  65 yaş üzeri kişilerde,

 

*  diabet ve astım gibi kronik hastalığı olanlarda daha ağır seyreder.

 

Soğuk algınlığı ile grip arasındaki farklar

Aslında her ikisi de birçok yönlerden birbirine benzer ancak grip zatürre gibi daha ileri sağlık problemlerine yol açabilir. Soğuk algınlığında genellikle burun tıkanıklığı, boğaz ağrısı ve hapşırma belirtileri vardır. Gripte ise burun tıkanıklığı, boğaz ağrısı ve hapşırma bazen görülmekle beraber; ateş, ağır öksürük, baş ağrısı, genel vücut ağrısı ve yorgunluk sıklıkla görülür.

GRİP SEZONU NE ZAMANDIR?

Grip sezonu genellikle Ekim ile Nisan ayları arasıdır. Vakalar genellikle kış ortasında iki üç haftalık bir dönemde artış gösterir.

GRİP NASIL BULAŞIR?

     Grip ya hasta olan kişinin hapşırması veya öksürmesi sırasında ağzından veya burnundan çıkan damlacıkların diğer kişi tarafından hava yoluyla solunması sonucu, ya da direkt temas denilen öpme, hasta olan kişinin kaşığını, çatalını, havlusunu kullanma gibi yollarla bulaşır.

    Bulaşmadan bir ya da üç gün sonra belirtiler başlar. Genellikle çocuklar, erişkinlerden daha uzun süre hasta kalır. Virüs her yıl genetik yapısını değiştirdiğinden, hastalığın ağırlığı her sene farklılık gösterir; bazı seneler daha ağır seyreder.

GRİBİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

   Grip virüsüne binlerce insan maruz kalsa da bazısı çok hafif atlatmasına rağmen bazılarında ağır seyreder. Tipik olarak grip ateş ve ağrıyla başlar, ateş genellikle yüksektir, daha sonra boğaz ağrısı, burun akıntısı, yorgunluk, baş ağrısı, öksürük takip eder. Bazı hastalarda bulantı kusma da olabilir.
Üç ile altı gün içerisinde belirtiler düzelmeye başlar ancak öksürük ve yorgunluk birkaç hafta daha devam edebilir.

NE ZAMAN DOKTORA BAŞVURULMALIDIR?

*  Belirtiler uzun süre geçmesine rağmen düzelmiyorsa ( burun akıntısı on günden uzun sürmüş, koyu ve sarı bir renk almışsa)

*  3 günden fazla yüksek ateş devam ediyorsa,

*  Solunum sıkıntısı başlamışsa,

*  Çocuğun bilinç durumunda değişiklikler görülüyorsa,

*  Grip belirtileri düzeldikten sonra tekrar ateş ve öksürük başlamışsa,

   Çocuk yeterince sıvı alamıyorsa, dehidratasyon denilen vücutta sıvı kaybı bulguları başlamışsa, (idrar yapımında azalma, ağladığında gözyaşı olmaması, ağızda kuruluk, uyuklama

TEŞHİS

    Teşhis genellikle klinik bulgulara göre konulur. Burun ve boğazdan alınacak sürüntü örneğinde virüsü tespit eden yöntemler de vardır ancak her zaman bu yöntemlere başvurulmaz. Eğer akciğer enfeksiyonundan şüphe ediliyorsa akciğer filmi istenir.

TEDAVİ

 Gripte en iyi tedavi destekleyici tedavidir.

*  Ağrılar ve ateş için ağrı kesici ve ateş düşürücüler verilir. Ancak unutulmaması gerekir ki, grip olan çocuklara aspirin verildiğinde Reye sendromu denilen ölümcül olabilen bir durum oluşabilir, bu yüzden grip olduğunu düşündüğünüz çocuğunuza aspirin vermekten kaçınmalısınız.

*  Bol sıvı alınması gereklidir.

*  Çocuğun evde istirahat etmesi; hastalığı başka çocuklara bulaştırmaması açısından okula veya kreşe gönderilmemesi tavsiye edilir.

*  Buhar makinesi oda havasını nemlendirip çocuğun nefes almasını kolaylaştırmak için aralıklarla kullanılabilir.

*  Belirtileri azaltmak için doktor tavsiyesi ile antibiyotik içermeyen soğuk algınlığı ilaçları kullanılabilir.

*  Burnun açık tutulması ve burna yerleşen virüsleri azaltmak açısından serum fizyolojik tedavisi oldukça önemlidir. Piyasada damlılıklar içerisinde veya serum şişesinde satılan formları vardır. Günde üç-dört kere damlalıkla burun pasajını iyice açacak şekilde, özellikle uyku ve beslenme öncesi uygulanması tavsiye edilir. Serum fizyolojik uygulamasından sonra küçük bebeklerde plastik burun temizleyicilerle , büyük çocuklarda hınkırma ile burnun temizlenmesi de faydalı olur.

*  Grip virüsüne karşı kullanılabilecek bazı özel ilaçlar da vardır. Bunlar hastalık süresini kısaltıp belirtilerin daha kısa sürede düzelmesini sağlar. Hastalık belirtilerinin görüldüğü ilk 48 saatlik dönemde başlanırlarsa etkili olurlar. Ancak doktor tarafından gerekli görülen ağır vakalarda kullanılmalıdırlar. Her grip vakası için tavsiye edilen bir tedavi şekli değildir.

GRİPTEN NASIL KORUNULUR?

    Gripten korunmanın en etkin yolu aşılanmadır. Aşı için en iyi zaman Ekim ve Kasım aylarıdır. Aşı, gribe neden olmaz fakat aşıdan sonra birkaç gün hafif ateş, halsizlik ve boğaz ağrısı hissedilebilir. İlk kez aşı olan 9 yaş altı çocuklarda birer ay arayla iki doz aşı yapılır, daha sonraki yıllarda tek doz aşı yeterlidir. Aşı; ya o sene için gribi tamamen önler ya da geçirilse bile daha hafif geçirilmesini sağlar.
Aşıyı özellikle şu grup kimselerin yaptırması tavsiye edilir:

*  65 yaş üzeri kişiler,

*  Diabet, astım, kalp, böbrek, kan hastalığı gibi kronik hastalığı bulunanlar,

*  Altı ay ile iki yaş arasındaki çocuklar, (altı aydan küçük çocuklar için aşı formu bulunmamaktadır)

*  Uzun süreli aspirin kullanmak zorunda olan çocuklar,

*  Savunma sistemi bozukluğu olanlar,

*  Sağlık çalışanları.

Yumurta allerjisi olanlar, hamile bayanlar, yüksek ateşi olanlar doktorları ile görüşmeden aşı yaptırmamalıdırlar.

GENEL ÖNLEMLER:

*Ellerin sık sık yıkanması,

*  Hasta olan kişilerden mümkün olduğunca uzak durulması,

*  Büyük çocuklar için hapşırırken ve öksürürken ağız yolunun kapanması,

* Genel hijyen kurallarına dikkat edilmesi (kaşık çatal, tabak, bardak, havlu vb. kullanımı).

YANLIŞ UYGULAMALAR

     Gribin etkeni virüs olduğu için antibiyotiklerin tedavide hiçbir faydası yoktur. Hatta gereksiz antibiyotik kullanımı toplumdaki antibiyotik direncini arttırarak birçok hastalığın daha ağır geçirilmesine neden olabilir. Bazı durumlarda gripli hastalarda sonradan ikincil bakteriyel enfeksiyonlar gelişebilir. Bu durumlarda antibiyotikler ancak doktor tavsiyesiyle kullanılabilir.   

                                                                                                        

                                                                                                                                      YAŞAR POLAT

            

                                                                                                                                Atayurt Okulları Doktoru

SÜTÜN ÖNEMİ

     Hayat sütle başlar. Mucizesi bir ömür boyu sürer! Süt çocuklar için en önemli besin maddelerinin başında gelir, çünkü gelişim çağındaki çocuklar için gereken tüm besin öğelerini dengeli ve yeterli olarak içeren tek besin maddesidir.

      Hayvansal kaynaklı protein, yağ, karbonhidrat, mineral ve vitaminleri tam ve yeterli oranda içeren sütte yaklaşık 85 farklı besin öğesi vardır. İçerdiği yoğun kalsiyum, fosfor mineralleri, A,D,B1 ve B2 vitaminleri, proteinler, yağ ve karbonhidratlar sayesinde günün her saatinde çocuklara hem ihtiyaç duydukları enerjiyi sağlar, hem de bedensel ve zihinsel gelişmelerinde önemli rol oynar.

 1- Kalsiyum ve fosfor;

· Kemik gelişimi ve kemik erimesi riskinin azalmasına yardımcı olur

· Dişlerin sağlıklı gelişimi için destekleyicidir.

· Kas ve sinir aktiviteleri için gereklidir.

· Kasların düzgün çalışmasına yardımcı olur.

2-B1, B2 ve B12 vitaminleri;

· B1 ve B12 vitaminleri kardiovasküler sağlık ve enerji üretimi bakımından gereklidir.

· B2 vitamini özellikle çocukların zeka gelişimi, deri ve göz sağlığı için çok önemlidir.

3- D vitamini;

· Vücudun kalsiyum emilimini arttırmaya yardımcı olur.

· Kas zayıflığına karşı vücudu korur.

· Kalp atışının düzenlenmesinde etkilidir.

· Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.

· Tiroid fonksiyonları ve normal kan pıhtılaşması için gereklidir.

· Kalsiyum ve D vitaminini taşıması ile kemik ve dişler kuvvetlenir.

 4-A vitamini;

· A vitamini bağışıklık sisteminin fonksiyonu için kritik besin öğesidir.

· Göz hastalıklarına direnir ve körlüğü önler.

Bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek cilt sorunlarını engeller.

 5-Proteinler;

· Vücudun yapıtaşlarıdır.

· Enfeksiyonlara karşı antikorların oluşumunu desteklerler.

· Büyüme çağındaki çocukların zihinsel ve bedensel gelişimi için hayati öneme sahiptirler.

· Hücre ve dokuların oluşumu ve onarımına yardımcı olurlar.

6- Yetişkinler için;

· Güne başlarken içeceğiniz bir bardak süt kendinize getirir.

· Yatmadan önce içeceğiniz bir bardak ılık sütün yerini hiçbir şey tutamaz.

· Kadınlarda menapoz öncesi dönemde içilen günde iki bardak süt kadınlarda kemik erimesini önlemeye yardımcı olur.

· Yapılan sın araştırmalara göre günde üç bardak süt içilmesi, kan basıncının düşmesine, kolon kanserini önlemeye yardımcı olur.

· Kilo kontrolünü kolaylaştırır.

· Saç ve tırnakları güçlendirir.


Süt Dişlerinin Önemi

    Çocuk Gelişiminde Süt Dişlerinin Ağızda Kalması Süt Kadar Önemli

Çocuk yaşının küçük olması nedeniyle diş fırçalamasını doğru ve etkin olarak yapamaz. Süt dişlerin yapısının sürekli dişlerin yapısından daha ince ve kırılgan olması nedeniyle süt dişlerinde çürükler oluşabilir. Oluşan çürüklerin ilerlemesi ve kaybedilmesiyle dişlerin erken kaybı ve yer kayıpları sıklıkla görülür.

Süt dişlerinin gelişimi, çocuk anne karnındayken başlar. Doğduktan 6 ay sonra ağızda belirmeye başlayan süt dişleri, çocuk 3 yaşına geldiğinde 20 adede ulaşır. Çocuk 6 yaşına gelene kadar ağzında yalnızca süt dişleri bulunur. 6 yaşından itibaren, 6 yaş dişi dediğimiz azı dişleri çıkmaya başlar. Daha sonra süt dişleri yavaş yavaş yerlerini sürekli dişlere bırakır.

Süt dişlerinin ağızda kalmasının estetik açıdan önemi

Özellikle ön bölge dişlerinin erken yaşlarda (3-4 yaşlarında) kaybedilmesi, çocukta estetik probleme ve hatta psikolojik sorunlara neden olabilir. 6-7 yaşlarında bu dişlerin kaybı fazla bir problem teşkil etmez, çünkü zaten bu yaş grubu çocuklarda , süt dişlerinin değişme yaşıgelmiştir.

Konuşma açısından Önemi

Ön dişlerin bazı seslerin çıkmasında önemli katkısı vardır. Bazı sesler, dilin bu bölge dişlerinin arka yüzeylerine değmesiyle oluşur.

Ön grup dişlerin kaybında çocukta s,f,v,z,t,d seslerinin bozuk çıkması söz konusu olur.

Çiğneme Açısından Önemi

Çok derin çürüklerde ve fazla dişkayıplarında bu bölge kullanılamadığı için çiğneme yetersiz kalır. Bu, çiğneme kaslarının aktivasyonunda düşüşe sebep olabilir. Yetersiz çiğnemeden ötürü, sindirim bozuklukları da oluşabilir

Sürekli Dişlerin Sürmesinde Rehber Olmaları

Süt dişleri sürekli dişlerin sürmesinde rehber görevi yapar. Erken kayıplarda üzerindeki rehber dişi kaybeden sürekli diş, normalde olması gereken yerin dışında bir yerden sürebilir. Bu da ortodontik bozukluklara yol açar. Tüm bu nedenlerden ötürü çocuk, ilk dişlerinin çıkmaya başladığı andan itibaren diş hekimini ziyaret etmeli ve 6 ayda bir kontrole gitmelidir. Gerekiyorsa dişler mutlaka tedavi edilmeli ve gereken önlemler alınmalıdır.

Koruyucu Diş Hekimliği

Çocuklarda koruyucu diş hekimliği yaklaşım ve tedavileri; fırçalama, diş gelişiminin takibi, diş ipi kullanımı alışkanlığının kazandırılması, ailenin bilgilendirilmesi, uygun beslenme, kötü alışkanlıkların tesbiti ve önlenmesi, fluor uygulamaları, fissür örtücü uygulamaları,travma ve darbelerden korunmasının sağlanmasını içerir. Diş fırçalama , diş ipi kullanımı ve fluor uygulamalarının hepsi çocuğun diş sağlığının korunmasına yönelik uygulamalardır. Ama bunların dışında da uygulanan tedaviler vardır.

Koruyucu Diş Hekimliğinin Önemi

Koruyucu diş hekimliği, çocuk için sağlıklı ve güzel bir gülüş sağlar. Sağlıklı ağza sahip çocuklar daha rahat ve kolay çiğnerler; yemeklerin besin değerlerini tam ve etkin olarak alırlar Konuşmayı daha çabuk ve anlaşılabilir olarak kavrarlar. Ağızlarında vücudun diğer bölgelerini tehdit eden bir hastalık olmadığından genel sağlık durumları da daha iyidir. Sağlıklı bir ağız güzel göründüğü için çocuğun kendine ve görüntüsüne güveni fazladır. Bunların dışında koruyucu diş hekimliği daha az yorucu ve daha ucuz bir tedavi yaklaşımıdır.

Koruyucu Diş Hekimliğinin Başlama Zamanı

Koruyucu diş hekimliği, ilk dişlerin ağızda sürmesinden itibaren başlar Çocuğun ilk dişinin sürmesiyle beraber, diş hekimi görülmelidir. Böylece, çocuğun ağız sağlığını koruma konusunda bilgi sahibi olunabilir. Diş hekimi ziyareti ne kadar erken başlarsa, çocuğun diş hastalıklarından korunma şansı o kadar yüksek olacaktır. Bu sayede çürük oluşmadan önlem alınabilecek ve çürüksüz , sağlıklı bir nesil yetiştirilebilecektir.

Koruyucu Diş Hekimliğinde Ailenin Rolü

Çocuğun diş sağlığı tamamen sağlandıktan sonra diş hekimi , çocuğun bu sağlığını evde kendisinin de koruyabilmesi için , çocuğa fırçalama, diş ipi kullanımı; aileye de beslenme düzeni ve gerekirse flour kullanımı konusunda bilgiler verir. Aile de çocuğun bu uygulamalarını takip ve kontrol ederek , çocuğun bu alışkanlıkları yaşam boyu kazanmasına yardımcı olur


SOSYAL FOBİ

      

    Toplumsal kaygı bozukluğu olarak da bilinir. Temelde, başka insanların bulunduğu ortamlarda hata yapma , diğer kişiler karşısında küçük düşme korkusudur. Sosyal fobi bu yönüyle kişinin sosyal çevresini kısıtlayan, dar bir sosyal hayat sürdürmesine neden olan kısaca kişiye hayatı dar eden psikolojik bir rahatsızlıktır. Sosyal fobikler, başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve olabildiğince kaçınmaya çalışırlar. Sık görülen toplumsal fobiler, başkalarının önünde konuşma , yemek yeme ya da yazı yazma, genel tuvaletleri kullanma, görüşmelere ve her türlü toplantılara katılmadır. Bu kişiler, ayrıca toplumsal durumlarda yaşadıkları kaygıyı diğer insanların anlayacağından ve gülünç duruma düşeceklerinden korkarlar

     İlginç bir biçimde değişik kaygı bozukluklarında farklı bedensel belirtiler görülür. Mesela, panik bozukluğunda daha çok çarpıntı, göğüste ağrı ya da sıkışma görülürken sosyal fobide daha çok terleme, yüz kızarması ve ağız kuruluğu gibi fiziksel belirtiler görülür. Bu korkuyu yaşayan ergenler ve yetişkinler korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilirler. Bunu bilmelerine rağmen kaygı duymaktan kendilerini alamazlar, çoğunlukla kaygı duyacakları ortamlardan kaçınsalar da sosyal ortamda beklenmedik bir şekilde bulunmaları gereken durumlara korkuyla katlanırlar.Sosyal fobinin temelleri çocukluk çağında atılmaya başlar. Özellikle çocukların 'özerklik evresi' olarak bilinen 1-3 yaşları arası çocuğun anne bağımlılığından uzaklaşıp kendi ayakları üzerinde durabildiği zamandır. Özellikle bu dönemde sürekli cezalandırılan, aşırı korunan ya da anneye bağımlı bir şekilde yetiştirilen çocuk, baskı sonucu oluşan ezikliğin utancını yaşamaya başlar. Çevresinde huzursuzluk yaratacağı ve cezalandırılacağı endişesini taşıyan çocuk, araştırmaya yönelmez, kendi içine çekilir ve yeni başlangıçlar yapmakta zorluk çeker. Hakkını kolay kolay savunamaz. Doğal olarak böyle bir çocukluk yaşayan kişinin girişimcilik ya da bağımsızlık duygusu kısıtlı kalır. Bu koşullarda büyüyen çocuklar büyük bir olasılıkla pasif, çekingen ve utangaç ergenler olmaya adaydırlar Her ne kadar sosyal fobinin tohumları genellikle küçük yaşlarda atılsa da sosyal fobikler rahatsızlık başladıkatan 15-20 yıl sonra doktor arayışına girerler.

    Çünkü sosyal fobinin tedavi edilebilir bir rahatsızlık olduğunu bilmezler ya da bu durumu kişiliklerinin bir parçası olarak görürler. Kimileri bu duruma tahammül etmeye çalışır, bazıları ise reddeder. Sosyal fobi her on kişiden birinde görülen bir rahatsızlıktır. Sosyal fobi ayrıca kişinin karşlı cinsle ve diğer insanlarla olan ilişkilerini de olumsuz yönde etkiler. Sosyal fobikler kendi başlarına karşı cinsten arkadaş sahibi olamazlar, hatta bu nedenle bekar kalabilirler Bunu aşabilmek için görücü usulüyle evlenme yoluna gidebilirler. Evlilik gerçekleştiğinde ise eşini memnun edememe endişesi ve bu endişenin sebep olduğu sorunlar üst üste binebilir ve evliliği yürütmekte zorluk yaşayabilirler. Sosyal fobi kişinin akademik başarısını ve iş yaşamını da olumsuz etkileyebilen bir rahatsızlıktır.Okulda derslere katılım gösteremeyen, derslerden çok kendi içsel kaygılarına odaklanan, öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla etkili iletişim kuramayan , anlamadığı konuları soramayan sosyal fobik kişi gerçek potansiyelini ortaya koyamaz. Ve derslerinde başarısızlıklar yaşayabilir.

      Aynı şekilde iş yaşamında çalışma arkadaşlarıyla rahat iletişim kuramayan, topluluk önünde konuşmaktan ya da diğer insanların karşısında performans kaygısı yaşayan sosyal fobik kişi kariyerinde, var olan potansiyelini ortaya koyamadığından, ilerleyemeyebilir. Ağır sosyal fobik olgularda işten atılmalar bile görülebilir. Sosyal fobinin nasıl bir rahatsızlık olduğunu ve kişinin soyal hayatında ne gibi olumsuzluklara yol açtığını kısaca ortaya koymaya çalıştık. Tüm bu olumsuz etkilerine rağmen unutulmaması gereken konu sosyal fobinin tedavi edilebilir bir rahatsızlık olduğudur.

 

 


SAĞLIKLI VE UZUN BİR YAŞAM İÇİN 10 ALTIN BESLENME KURALI

   Sağlıklı bir yaşam için ince kalmak çok önemli, vücuda aldığımız kaloriden, daha azını yaktığımızda, bu otomatik olarak yağ hücresine dönüşüyor. Aşırı kilolu olma durumu da; kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere, karaciğer yağlanması, bazı kanser türleri, şeker hastalığı vs. neden oluyor. O nedenle, şekerli, tuzlu , yağlı ve beyaz un ile yapılan gıdalardan olabildiğince uzak durmakta fayda bulunmaktadır. 

1. Uyandığınızda, 1 saat içinde kahvaltı yapın 

Sabah uyandıktan sonra, 1 saat içinde kahvaltı yapmalısınız. Peynir, domates, salatalık, zeytin, 2 yumurta beyazına 1 yumurta sarısı (az yağda pişirilmeli), kepek veya çavdar oluşan zengin içerikli ve güçlü bir kahvaltı ile güne başlayın. Metabolizma hızı açısından ve kahvenin barındırdığı birçok fayda nedeniyle, kahve içmek unutulmamalıdır.

2. Her gün en az 10 porsiyon sebze ve meyve tüketin

        Günde 10 porsiyon, sebze ve meyve tüketmelisiniz. Meyveleri sıkarak suyunu içmek yerine sadece meyve olarak yemek daha sağlıklıdır. Mevsimine göre, tüm sebzeleri alın. Pişireceğiniz yemeğin aşırı yağlı ve tuzlu olmamasına dikkat edin. Brokoli gibi bazı sebzeleri buharda pişirerek yemenizde fayda var. Öğün aralarına açlık hissettiğinizde ise meyve yiyin. Sabah ve akşam yemeğinde, sebze yemeği ve salata ağırlıklı beslenme modelini benimseyin.

3. Her gün en az 1 kase tam tahıl ve baklagil tüketin.

Tam tahıllı besin tüketiminin, erken ölüm oranını %15 ile %25 oranında azalttığı düşünülmektedir. Araştırmacılar, bir hafta boyunca 6 veya daha fazla porsiyon tam tahıl tüketen bireylerin arterlerinde, daha az tahıl tüketenlere oranla daha az plak olduğu ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda soya fasulyesi, nohut, mercimek gibi baklagiller lif açısından zengindir. Lifler, sindirim sistemindeki kolesterolle ilişkilidir.

4. Öğle ve akşam öğünlerinde genellikle beyaz et tüketin

Öğle ve akşam yemeklerinde, tavuk, hindi, balık gibi beyaz et tüketmeyi tercih edin. Yemekleri, aşırı yağlı ve tuzlu pişirmemeye özen gösterin. Beyaz et olarak da yağsız kısımları tercih edilmelidir.

5. Her gün yaklaşık 1/3 kase kabuklu yemiş tüketin. Bol baharat alın.

Kabuklu yemişi ham olarak tercih etmelisiniz. Her gün bir avuç çiğ badem veya çiğ fındık sağlık için yararlıdır. Aynı zamanda bol baharat tüketmeye özen gösterin. Bu beslenme tarzı zencefil sarımsak ve kurukumin içerir. Kurukumin bağırsakta kolesterol alımını önler. Vitamin deposu olan sarımsak ise kalp, safra kesesi, akciğer ve karaciğeri kuvvetlendirirken, mide ve bağırsakları dezenfekte edip, bağırsak kurtları gibi zararlı bakterileri yok eder.

6. Omega-3 içeren takviye besinler tüketin.

Temel yağ asitleri olan Omega-3, vucudumuzda üretilmediği için, mutlaka besinlerle alınmak zorundadır.

Yeterli miktarda alınmadığı takdirde, kardiyovasküler (dolaşım sistemi) bozukluğu başta olmak üzere diğer hastalıkları beraberinde getirecektir. Mevsimine göre balık çeşitleri, su yosunu ve balık yağında omega-3 bulunuyor.

7. Her gün en az 4 fincan çay için

Çay, kandaki kolesterolü düşürmeye, arteriyel plakları azaltmaya, kan damar fonksiyonunu geliştirmeye ve lipit oksidasyonunu azaltmaya yardımcı olur. Yeşil çayı da kanser riskini azaltıp, dolaşımı düzenlediği, vücuttaki yağ yakımı sürecini hızlandırdığı için tercih edin. Kahve veya soda tüketeceksiniz kafeini azaltılmış çeşitlerini için. Çünkü normal kahve her zaman daha iyidir.

8. Et, işlenmiş gıda, trans yağlar ve süt ürünlerini sınırlandırın

Yüksek miktarda et ve trans yağın, kandaki kolesterol için zararlı olduğu anlaşılmıştır. Otla beslenen hayvanlardan elde edilen bazı organik et çeşitleri uygun olmakla birlikte, kolesterol sorunları ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Trans yağlar, işlenmiş gıda ve süt ürünleri ile ilgili olarak ise, kolesterolünüzü kontrol altına tutmak adına bu besinlere fazla rağbet etmeyin.

9. Diyet için vücudun ahengini bozmayın. Haftada 5 saat egzersiz yapın.

İnsanoğlunun vücudu, mucizevi bir ahenk içinde çalışır. Ahenkle çalışan vücut sistemi; yanlış beslenme veya aşırı şok diyetlerle bozulmamalıdır. Nitekim vücudumuzun karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve minerallere ihtiyacı vardır. Örneğin sadece protein ürünlerinin alındığı protein diyeti yapılarak; tek taraflı beslenme sonucu vücudun işleyişi bozulursa, bir daha düzelmesi süre alabilir veya hastalıklara neden olabilir. Diğer taraftan, haftada en az 5 saat egzersiz gerekiyor.

Bunu, direnç çalışması, kondisyon ve esneme egzersizlerinin karışımı olarak yapın.

10. Sigara ve alkol tüketmeyin

Sağlıklı ve uzun bir ömür geçirmeyi istiyorsanız, kesinlikle sigara ve alkol tüketmeyin.


ÇOCUKLARDA GÖZ TEMBELLİĞİ

ÇOCUKLARDA GÖZ TEMBELLİĞİNİN (AMBLİYOPİ) GEÇ TEDAVİSİ

  Göz tembelliği gözün sinir tabakasını ve sinir yollarını tutan belirgin bir hastalık değildir. Buna rağmen kişinin gözünün sağlıklı görmemesi olarak tanımlanabilir. Oluşum mekanizması, kullanılmayan sinirlerin atıl duruma geçmesi şeklindedir. Yani gözün öndeki kırıcı ortamlarından görüntü bir şekilde sinir tabakasına ulaşamaz ya da bulanık olursa kişide göz tembelliği oluşur. Göz tembelliğine sebep olan durumların bir an önce ortadan kaldırılması ve görme sinirinin uyarılmaya başlanması gerekir.

Hangi göz hastalıklarında göz tembelliği oluşur?

    Anizometropi (iki göz arasında bir numaradan fazla fark ya da her bir gözde ayrı ayrı yüksek astigmat, miyop veya hipermetrop olması) diğer göz hastalıkları kornea,iris,lens ve vitreus gibi gözün kırıcı ortamlarının kesiflik veya anormal pozisyonda olmaları ile ilgili hastalıklar, en sık görülen tipi de kataraktlardır. Ayrıca göz kapağı düşüklükleri de görme eksenini kapayarak göz tembelliğini oluşturur.

Göz tembelliği 10 yaşına kadar tedavi edilebilir

    Tedaviye ne kadar erken başlanırsa sonuç o kadar başarılı olacaktır. En başarılı sonuçlar 6 yaşına kadar alınmaktadır. Göz tembelliği tanısı zamanında konulduğu takdirde sağlam göz kapatılarak beyne bulanık gören gözün de gördüğü sinyali verilir. Kademeli olarak gözdeki görme yeteneğinin düzeltilmesi hedeflenir. Daha sonra gözlük verilerek iki gözün de sağlıklı olarak kullanılması sağlanır.

Göz tembelliği nasıl tespit edilir?

    Göz tembelliği ebeveynler tarafından tespit edilememektedir. Ancak detaylı göz muayenesinde belli olmaktadır. Göz muayenesinin belli bir yaşı yoktur. Şikayeti olan çocuk hangi yaşta olursa olsun muayene edilebilir. Çocuğun muayeneye müsaade etmediği durumlarda uyutucu, sakinleştirici ilaçlar kullanılır. Onlarla da verimli sonuç alınamadığı takdirde genel anestezi verilerek muayenesi tamamlanır. Çocukların hiçbir şikayeti olmasa bile 3-4 yaşlarına kadar en az bir defa göz muayenesinden geçmiş olmaları gerekir. Erken tespit edilen göz tembelliğinde başarı oranı çok daha fazladır.

Göz tembelliğinin tedavisinde A vitamini kullanılması ve beslenme etkili olur mu?

   Göz tembelliğinin temel tedavisi, hastanın uygun numaradaki gözlüğünü takıp iyi gören gözün kapatılması ve tembel olan gözün görmeye zorlanmasıdır. Alınan vitaminler direkt olarak tedaviye etki etmemektedir.


SİGARA, DİŞETİNİ DE TAHRİP EDİYOR

SİGARA, DİŞETİNİ DE TAHRİP EDİYOR

    Dişeti hastalıkları, basit bir dişeti iltihabından (gingivitis) çene kemiklerinin eridiği, dişlerin sallanarak kaybedildiği şiddetli enfeksiyonlara (periodontitis) kadar geniş bir alanı kapsıyor.

    Uzmanlar kanser, akciğer, kalp hastalıkları gibi bir çok önemli rahatsızlığa sebep olan sigaranın, ağız içi mukozası ve dişetleri için de çok zararlı olduğunu ifade ediyor. Dişeti hastalıklarının başında dişeti kanaması gelir. Sağlıklı dişeti, açık pembe renkli, mat, yüzeyi portakal kabuğu görünümünde, sert kıvamlı (kanaması olmayan) ve diş yüzeyinde kalınlaşmadan bıçak sırtı gibi sonlanan özelliklere sahiptir. Dişetlerindeki şişmeler ve kızarmalar dişeti hastalıklarının habercisidir. Dişetlerinde çekilmeler ve açığa çıkan kök yüzeylerinde oluşan hassasiyetin de hastalık belirtisi olabileceğini söyleyebiliriz. Dişeti kenarlarında ve dişler arasında, diş taşlarına bağlı olarak oluşan siyah alanların da risk oluşturduğunu kaydetti. Dişeti hastalığının temel sebebi bakteri plağı ve diş taşıdır. Dişler 24 saat fırçalanmadığı zaman üzerinde krem rengi, tırnakla sıyırdığımızda kolayca dişten ayrılan bir tabaka oluşur. Bakteri plağı dişetine sıkıca tutunan, yapışkan saydam bir tabakadır. Oluşumu sürekli devam eder. Plak bakteriler tarafından üretilir ve plağın bir miligramında 200-500 milyon bakteri bulunur. Dil, dudak ve tükürük; yiyecek ve içeceklerle birlikte bakterileri de dişlerin üzerinden alıp mideye gönderir. Bu yüzden bakteriler dişe tutunabilmek için bakteri yapıştırıcısı olarak bilinen dextran adında yapışkan bir madde salgılarlar. Bu madde suya dirençli olduğu için ağız çalkalandığında plak uzaklaşmaz Plak, bakteriler, bakterilerin salgıladığı yapışkan dextran ve gıda artıklarından oluşan bir yapıdır. Bakteriler besinleri sindirdikçe asit salgılarlar. Yapışkan madde içindeki asitler, diş yüzeyi ile temastadır ve bu temasın uzun sürmesi dişin mineral kaybına sebep olur ve çürük oluşur. Kötü ağız bakımının tek sonucu çürükler değildir. Plak daha çok dişeti hizasında oluşur ve irritasyona, kanayan dişetine veya daha ciddi problemlere yol açabilir.

Genetik Yapı Önemli, Sigara Hastalığı Tetikliyor

     Yapılan araştırmalara göre, yüzde 30 oranında genetik bir yatkınlık olduğunu belirten uzmanlar, ağız bakımının kötü olması ile dişeti hastalığının gelişme olasılığının 6 kat arttığına dikkat çekiyorlar. Ailede dişeti problemi olan bir kişi olması durumunda ailenin diğer bireylerinin de mutlaka bir dişeti uzmanına muayene olması gerektiğini vurgulayan uzmanlar, sigaranın da hastalıkta etkili olduğunu söylüyorlar.

Sigara ağız içi mukozası ve dişetleri için de çok zararlıdır. Dişetinin yumuşamasına ve dişeti hastalıklarının gelişmesine neden olur. Doğum kontrol hapları, anti-deprasanlar, kalp ilaçları ağız sağlığınızı etkiler. Bu yüzden bu ilaçlardan birini kullanıyorsanız lütfen diş hekiminizi uyarınız ve ağız hijyeninize ayrıca önem veriniz. Hipertansiyon, kanser gibi pek çok rahatsızlığın nedenlerinden biri olmasının yanında dişeti hastalıkları da risk faktörlerindendir.

Dişinizi Gıcırdatmayın

     Diş gıcırdatmak ta dişetine zarar vermektedir. Diş gıcırdatmak diş ve dişeti arasındaki kuvvetin azalmasına sebep olmakta ve periodontal yapıyı yıkmaktadır. Dişetlerindeki çekilmenin bir sebebi de diş sıkmak ve gıcırdatmaktır. Bunu önlemek için mutlaka gece plağı takılarak bu sıkmanın durdurulması gerekmektedir. Yaşam boyu dişleri ağızda tutmak için bakteri plağının, diş fırçalanarak, diş ipi kullanılarak ve kimyasal ajanlarla düzenli olarak her gün, dişlerden uzaklaştırılması gerekmektedir.


YANLIŞ İLAÇ KULLANIMI SAĞLIĞINIZI DAHA ÇOK BOZABİLİR !

     Hastalıklarımızın tedavisinde kullanılan ilaçlar büyük oranda sentetik yapıda kimyasal maddelerdir. İlaçların hastalıkları tedavi etmesi sırasında bu ilaçlara ait yan etkiler görülebilir. İlaç kullanan kişinin mevcut diğer hastalıkları kötüleşebilir veya kullandığı başka ilaçlarla etkileşime girerek hastaya faydadan çok zarar verebilir. Bir ilacın piyasaya çıkmadan önce yapılan testlerinden elde edilen bilgilerle prospektüsü oluşturulur. Bu prospektüslerde ilaç ile ilgili uyarılar alınmadan ve hekimin kanaati olmadan ilaç kullanmak ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle son zamanlarda Sağlık Bakanlığı tarafından da sıkça belirtildiği üzere ilaçların bir hekim tarafından doğru teşhis ile doğru miktarda, doğru zaman aralığında ve doğru sürede kullanılması gereklidir.

     Mevcut rahatsızlığa uygun olmayan bir ilacın kullanılması hastalığın iyileşmemesine hatta daha ilerlemesine sebep olabilir. Örneğin gribal enfeksiyon sanılarak grip ilaçlarına başlanılan bir hastalık zatürre başlangıcı olabilir. Midesi ağrıyor diye verilen bazı mide ilaçları altta yaşanan daha kötü bir hastalığın tanısını geciktirebilir. İlaç kullanılması gerekmeyen bazı hastalıklarda ilaçların kullanılması mevcut hastalığı kötüleştirebilir. Örneğin hepatit hastalıkların başlangıcındaki bazı şikayetler hastalar ve yakınları tarafından ağrı kesici verilen hastanın karaciğer harabiyeti artarken geri dönüşü olmayan bir noktaya bile varabilir.

Doktor Tavsiyesi Olmadan Alınan vitaminler bile ciddi zararlar verebiliyor.

    Özellikle vitaminlerin tavsiye üzerine kullanımının oldukça yaygındır. Vücudun ihtiyaç duyduğu vitaminin önerilen dozda ve periyotta kullanılmadığında hiçbir işe yaramadığı bilinmemektedir. Bu tür ek tabletler kişide doğuştan eksik bir mekanizma varsa verilmelidir. Gereksiz vitamin kullanımı bazı insanlarda risk oluşturabilir. Alınacak her ek tablet ve ilaç mutlaka doktor gözetiminde önerilen doz ve periyoda alınmalıdır. Zaten var olan hastalığı için ilaç kullananlar ikinci bir hastalıkları olduğunda mutlaka hekim kontrolünde ilaç almalıdırlar. Zira farklı ilaçlar arasında etkileşimler oluşabiliyor. Bu etkileşimler sonucunda daha fazla yan etki ortaya çıkabilmektedir. Hipertansiyonu olan hastaya grip ilaçları, burun damlaları, romatizmal ağrı kesiciler verilemez. Özellikle kolesterol ilacı, kan sulandırıcı ilaçlar, antibiyotik, ve mantar ilacı kullananlar tanıdık tavsiyesiyle kesinlikle ilaç almamalılar.


UYKU BOZUKLUĞU

BİR AYDAN FAZLA SÜREN UYKUSUZLUK KRONİKLEŞEBİLİR !                

   Dünyada ve ülkemizde en sık rastlanan uyku bozukluğu insomni, bir başka deyişle uykusuzluk…. Öyle ki çok sayıda kişiyle yapılan anketlere göre; ABD’ de toplumun yaklaşık yüzde 60’ı hayatlarının bir döneminde uykusuzluk sorunu yaşıyor. Stresli bir yaşam ve hastalıklar gibi etkenler sonucu hemen herkes bazı zamanlar uyku sorunu yaşayabiliyor ve bu durum geçici olduğu takdirde bir dereceye kadar olağan karşılanabiliyor. Ancak uykusuzluk şikayetleri  1 ay ve daha uzun süre devam ediyorsa mutlaka bir uzmana başvurmak gerekir.

AZ UYUYANLAR HAYATINI ERKEN KAYBEDEBİLİYOR
   Yeterli ve kaliteli bir uyku ile insanın yaşam kalitesi arasında bir bağ mevcut. Özellikle  uykusuzluğun hem birey hem toplum sağlığı açısından çok ciddi global bir sorun olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. ABD’ de Ulusal Uyku Birliğinin verilerine göre her yıl uykusuzluğa bağlı 100 bin trafik kazası ve 1500 ölüm ortaya çıkıyor. Araştırmalar gösteriyor ki ortalama 4,5 saatten az uyuyan hastaların bir kısmı olması gerekenden erken hayatını kaybediyor. Uykusuzluk aynı zamanda endokrin ve metablizma bozuklukları, hipertansiyon, depresyon, anksiyete ve fibromiyalji gibi pek çok tıbbi ve psikolojik rahatsızlığa da yol açıyor.

EN ÇOK KADINLARIN VE YAŞLILARIN SORUNU
Uykusuzluğa kadınlarda erkeklere oranla yüzde 40 daha fazla rastlanıyor. Uykuya özlem duyan diğer bir grup ta yaşlılar. Toplumda yaşlıların daha az uykuya ihtiyaç duydukları şeklinde yanlış bir inanış mevcuttur.  Anneanne ve dedelerimizin gece kalkıp dolaşmaları ama gündüz kısa kısa kestirmeleri artık daha az uykuyla yetinmelerinden değil, uykularının kötü olmasından kaynaklanıyor.

İLAÇLAR BAĞIMLILIK YARATABİLİYOR
   Uykusuzluk çeken hastaların yaptıkları en büyük hatanın kendi  kendilerine veya yakınlarının tavsiyeleri ile uykuya yardımcı olacağını düşündükleri yöntemlere başvurmalarıdır.
Oysa ki uykusuzluğun ilaçsız tedavisi ilaçlı tedaviye göre her zaman daha üstün ve daha çok tercih edilir bir tedavi yöntemidir. Çünkü bu tür ilaçlar zamanla hastada alışkanlık ve tolerans oluşturabiliyor. Bu nedenle mümkün olduğunca uyku ilacından kaçınmak gerekiyor.

DELİKSİZ UYKUNUN 10 PÜF NOKTASI

1. Düzenli egzersiz yapın ve öğün atlamamaya dikkat edin
2. Akşam saatlerinde kahve alkollü içecekler, kola, çay ve enerji içeceğinden uzak durun.         
3. Akşam yemeği ile yatış arasında en az 3-4 saat süre olmasına özen gösterin.
4. Planlanan yatma saatinden en az 2 saat önce tüm işleri bir kenara bırakın. Rahatlayın ve gevşeyin. Ev iş, temizlik, ödev veya proje gibi işler yapmayın.
5. Uykunuz gelmeden yatağa girmeyin.
6. Yatış, özellikle de uyanış saatlerinizi mümkün olduğunca sabit tutun. Hafta sonları uyku düzeninizi değiştirmeyin.
7. Ferah, karanlık, sessiz, huzurlu bir uyku ortamı sağlayın. Aşırı sıcak yatak odası yerine hafif serin bir uyku ortamını tercih edin.
8. Odada ışıklı, tik-taklı saat bulundurmayın.
9. Yatak odasını sadece uyku ve cinsellik için kullanın; yattığınız yerde yiyip içmeyin, TV izlemeyin, kitap okumayın, müzik dinlemeyin.
10. Eğer yatmanıza rağmen 15-20 dakika içinde uyuyamadıysanız yatakta uyuyabilmek için zaman geçirmeyin. Kalkıp başka bir odaya geçin ve rahatlatıcı bir şeylerle uğraşın. Uykunuzun geldiğini hissettiğinizde tekrar yatağa dönün.            

RUHUNUZU BAHAR DEPRESYONUNDAN KURTARACAK 7 ALTIN ÖNERİ

1-Pozitif düşünün kararlı olun: Pozitif düşünce, güzel görmek, güzel düşünmek ve hayattan zevk almasını bilmektir. Yaşadığımız ve gördüğümüz durumların değil, onlara verdiğimiz anlamların bizi etkilediğini bilmektir. Olaylara çok eksenli bakmak,  alternatifli düşünmek, nedenlere takılmaktan ziyade çözüm odaklı düşünmektir. Çaresi ve çözümü olan konularda asla yılgınlığa kapılmamak, çaresiz ve çözümsüz konuları ‘kulak arkası’ yapmaktır.
2-Dengeli, düzenli beslenin: Sebze-meyveleri mevsiminde tüketin. Tekdüze beslenmeyin. Baharla birlikte bol enginar yiyip karaciğerinizi temizleyip güçlendirin. Yine bolca çilek yiyerek fazla kolesterolünüzü atıp damarlarınızın akışkanlığını arttırın. Taze ya da kuru kayısı yiyerek bahar yorgunluğunuzu giderin. Bahar aylarındaki hava değişimlerinde sık sık  gribal enfeksiyonlar yaşarız. Bunu önlemek için  her gün 1 bardak ekinezya çayı için. Haftada 2-3 kez mutlaka ıspanak yiyerek vücudunuzun demir ihtiyacını giderin, kan tablonuzu dengeleyin. Haftada 50gram kadar bitter çikolata ve her gün 1 muz yiyerek mutluluk hormonlarınızı arttırın. Bahar aylarındaki miskinliği önlemek için her gün zihinsek potansiyelinizi arttıran, enerji veren ginseng ve ginko biloba çayları için. Fazla kilolarınız varsa mateyi ıhlamurla karıştırıp yemeklerden yarım saat önce içmek iştahınızı kapatabilir.
3-Düzenli Egzersiz Yapın: Asansör yerine merdivenleri kullanın. Oturarak çalışıyorsanız saat başı yerinizden kalkın ve dolaşın. Haftada 3 gün mutlaka 45 dakikalık yürüyüş yapın.
4- Duş alın: Her gün önce sıcak sonra soğuk duş alın. 15 günde bir masaj yaptırın.
5-Miskin ve amaçsızlardan uzak durun: Mutluluk gibi mutsuzluk da bulaşıcıdır. Sevgi dolu, pozitif,enerjik, yaratıcı, gülebilen insanlarla birlikte olmaya çalışın Mizahla ilgilenin. Komedi dizilerini izleyin. Fıkra ve mizah kitapları okuyun. Gülmenin kasları gevşettiğini ve pozitif bir elektrik oluşturduğunu unutmayın. 
6-Aile değerlerini önemseyin: Sevgi güven ve paylaşıma dayalı bir aile modeli insan ömrünü uzatır. Hastalıklara karşı vücut direncini arttırır. İnsana verdiği güvenle kişilikli ve sağlıklı davranışların oluşmasını sağlar.
7- İşinizi iyi yapın: Eğer epey zamandır işinizden memnun değilseniz parasına bakmadan zevkle yapacağınız, çalışacağınız işe geçin. Ekonomik nedenlerle devam etmek zorundaysanız ‘işkencenizi’ azaltmak için bakış açınızı değiştirin. 2bugün bu işteyim, paraya ihtiyacım var, bunu bana sağladığı için işi iyi yapmalıyım’ şeklinde düşünün. Planınızı yapın hedef koyun. Bu sürede işinizi sevseniz de sevmeseniz de iyi bir şekilde yapın.     

ÇAĞIMIZIN KABUSU KANSER

 

ÇAĞIMIZIN KABUSU KANSER

Çağımızın en yaygın ve en korkulan hastalığı kanser hakkında yeterince bilinçli miyiz?  Hangi kanser nasıl belirtiler verir? Kanseri önlemek için yapabileceğimiz bir şey var mı?

MEME KANSERİ BELİRTİLER

  • İki meme arasındaki simetrinin bozulması,
  • Meme başında veya meme cildinde içe doğru çekilme oluşması,
  • Meme cildinde portakal kabuğuna benzer görünüm,
  • Meme başında şekil veya yön değişikliği, koltukaltında sertlik ya da şişlik,
  • Memede beklenmeyen şişme veya büyüme artışı, elle bir sertlik ya da kitle hissedilmesi
  • Meme başından pembe-kırmızı renkte akıntı gelmesi.

AKCİĞER KANSERİ BELİRTİLERİ

  • Öksürük , kanlı balgam, ilerleyen nefes darlığı,
  • Sırtta, kürek kemikleri arasında batıcı ve rahatsız edici ağrılar, göğüs ağrısı
  • İştahsızlık, halsizlik, kilo kaybı, terleme ve yorgunluk.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ BELİRTİLERİ

  • Bağırsak alışkanlıklarının değişmesi, özellikle kabızlık yakınmasının sıklaşması,
  • Sık tuvalete gitme ihtiyacı, karında ağrı, şişkinlik
  • İzah edilemeyen kansızlık, kilo kaybı ve halsizlik

PANKREAS KANSERİ BELİRTİLERİ

  • Mide bölgesinde yemeklerle ilgisizlik, inatçı ağrı, dolgunluk, rahatsızlık hissi,
  • İştahsızlık ve kilo kaybı, ilerleyici sarılık hali,
  • Bulantı ve kusmalar, pankreatit atakları,
  • Bel ve sırt bölgesinde ağrılar,  karında şişlik.
  • Prostat kanseri
  • İdrar yapmada güçlük
  • Geceleri daha sık idrara çıkma zorunluluğu,
  • Kesik kesik idrar yapma, idrardan kan gelmesi,
  • Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları

KORUNMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER

Karaciğer, prostat, kolon ve pankreas kanserlerinden korunmak için yapmanız gerekenler:

·         Domates, içerdiği yüksek likopen sayesinde karaciğer ve prostat kanseri riskini azaltır.

·         Soya, nohut, mercimek ve fıstık gibi isoflavone içeren besinleri tüketmek de prostat kanseri riskini düşürür.

·         Karaciğer kanserini önlemek için sigaradan ve pasif içicilikten uzak durmak gerekir.

·         Özellikle erkeklere, multivitamin seçimlerinde düşük E vitamini olanları tercih etmelerini öneriyoruz.

·         Günlük aspirin alınması ve lif yönünden zengin besinler tüketmek, kolon kanseriyle mücadeleye yardımcı olur.

·         Pankreas kanserine yakalanma riskini azaltmak için, yağlı kırmızı et ve işlenmiş etten uzak durmak gerekiyor.

·         Akşam yemeklerinde kırmızı ve sarı sebzelerin tüketilmesi de büyük önem taşıyor.

Meme, yumurtalık, mide ve cilt kanserlerini önlemenin yolları:

·         Balıkyağı ve omega 3 asitleri (DHA ve EPA) ile günde 3 barka yeşil çay içmek, meme kanserine yakalanma oranını düşürür. Haftada en az iki kere brokoli ve Brüksel lahanasını tüketmeyi ihmal etmeyin.

·         Cilt kanseri riskini azaltmak için günde iki bardaktan fazla alkol tüketilmemesi, 10-15 dakikadan daha uzun süre güneşte kalınmaması, ayrıca vücuttaki benlerin düzenli kontrol ettirilmesi de önemli unsurlardan biri.

·         Mide kanserini önlemek için salamura, füme yada işlenmiş etlerden ve tuzlu, mayalı yiyeceklerden uzak durmak gerekir.

          

 

 

 

 

MEYVELERİN BİLİNMEYEN YARARLARI

MEYVELERİN BİLİNMEYEN YARARLARI

 

Çoğumuz portakal, greyfurt, havuç, mandalina gibi vitaminli meyvelerin sağlığa faydalarını biliriz. Peki diğer meyveler?

·         Kavun: Kanı temizliyor ve antioksidan özelliği bulunuyor. Endişe ve uykusuzluğa iyi geliyor, bağırsak ve cilt kanserine karşı tavsiye ediliyor.

·         Karpuz: Böbreği temizliyor, astım, damar tıkanıklığı, diyabet, kolon kanseri ve kireçlenme gibi hastalıklara iyi geliyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

·         Çilek: Strese iyi geliyor, sakinleştirici etkisi var. Sigara dumanın etkilerini azaltıyor.

·         Kiraz: 20 tanesinde; 12-25 miligram arası antosiyanin maddesi bulunuyor ve bu maddenin ağrıkesici etkisi aspirinden 10 kat daha fazla

·         Armut: Bağırsak hareketlerini düzenliyor ve sinirleri yatıştırıyor.

·         Kivi: Kivinin içeriğinde bol miktarda C vitamini bulunuyor. Lif açısından oldukça zengin, bağırsakların yumuşamasını sağlayarak sindirimi kolaylaştırıyor.

·         Muz: Enerji verici.

·         Üzüm: Kronik yorgunluğa, damar sertliğine iyi geliyor ve kötü kolestrolü azaltıyor. Kanın temizlenmesini ve vücuttan zararlı maddelerin atılmasını sağlıyor.

·         Şeftali: Sindirim sistemini rahatlatıyor. Kabızlığa iyi geliyor.

·         Ananas: Sindirim sitemine yardımcı olan enzimler içeriyor.

·         Vişne: İçinde bulunan ve meyveye kırmızı rengini veren antosiyanin , antioksidan etkisi taşıyor.Hücrenin yaşlanmasını önlüyor.

·         Nar: Bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Tansiyon düşürücü özelliğe sahip. Prostat ve cilt kanserine karşı koruyucu özellik taşıyor.

·         Kızılcık: Antioksidan özelliğe sahip, bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Akciğer kanserini ve kalp rahatsızlıklarını önleyici etkiye sahip. Vücutta iltihaplanmayı önlüyor.         


GRİBAL ENFEKSİYONLAR

   Gribal enfeksiyonları, virüs denilen çok küçük canlı organizmalar oluşturur. Yüzlerce grip virüsü vardır. Grip,  bilhassa havaların değişken olduğu mevsim geçişlerinde, soğuk havalarda daha çok görülür. Soğuk havalar, insanın vücut direncini düşürerek, grip virüsünün insan vücuduna yerleşmesini ve üremesini kolaylaştırır.

Bulaşma yolları, öksürmek, hapşırmak, havadan yakın temas ve mikropla bulaşmış eşyalarladır. Grip mikrobu insan vücuduna yerleşip çoğaldığında , gribal enfeksiyon denilen terleme, üşüme hafif orta derecede ateş yüksekliği, halsizlik, kırgınlık, burun akıntısı, göz yaşarması gözlerde kızarma, boğaz ağrısı gibi belirtiler görülür. Grip tedavisinin en etkili yolu, gribe hiç yakalanmamaktır.

        Bu yüzden, çevremizde gripli birisi olduğunda yanına fazla yaklaşmamalı,  öksürüp, hapşıran kişilerin ağzını burnunu mendil ya da eliyle kapatmasını tavsiye etmeliyiz. Gripli kişileri kalabalık ortamlara almamalıyız. Bilhassa okullar, özellikle de anaokulları gibi… Mevsime uygun giyinerek vücut direncimizin düşmesine engel olup, vücudumuzu güçlü tutmalıyız. Ayrıca başta C vitaminleri olmak üzere, sebze ve meyveleri bolca tüketmeliyiz.

        Eğer sıkça gribe yakalanan biriysek grip aşısı olmalıyız. Gribe yakalanmışsak yapacağımız en güzel şey, istirahat etmek ,bol su tüketmek ve C vitaminlerinden bolca almaktır.

Ayrıca  en önemlisi de, bir doktora görünmek ve doktorumuzun tavsiye ettiği ateş düşürücü, ağrı kesici ilaçları aksatmamalı, istirahat etmeliyiz.                 


KİLO ALDIRAN GÖRÜNMEZ TUZAKLAR

KİLO ALDIRAN GÖRÜNMEZ TUZAKLAR

 

Geç yatmak yağlanma nedeni!

Günün erken saatlerinde hızlı olan metabolizma günün sonuna doğru artık yavaşlamaya başlar. Metabolizma hızının azalmasıyla yaşamsal faaliyetlerin devamı için kullanılan enerji de azalmaktadır. Gece geç saatlere kadar ayakta kalan bireyler için bir şeyler atıştırma isteği kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla geç saatte tüketilen besinlerin sindirimi daha yavaş, içerdikleri enerjinin kullanım miktarı  çok az olacaktır. Özellikle karbonhidrat ve yağ içeriği yüksek olan besinlerin tüketiminden alınan enerji, kilo artışını tetiklemektedir.

“Geç saatlere kadar çalışıyorum, uyanık kalmak zorundayım, açlığımı nasıl bastırmalıyım? Bu durumda, izlenecek en doğru yol, akşam yemeği saatini kaçırmamak, en geç 20.00 gibi akşam öğününü tüketmektir. Böylelikle geç saatlerde oluşacak açlık duygusu bastırılacaktır.  Taze meyve, bir su bardağı kadar tam yağsız süt ya da yoğurt ya da 1 avuç leblebi gibi kalori değeri düşük olmasına rağmen tokluk hissettiren besinler tüketilebilir.

Kalabalık iştah açıyor

Belki çok uzun süredir görmediğiniz dostlarınızla bir araya geldiniz, belki sık sık yemekli iş toplantılarına katılmak zorunda kalıyorsunuz  ya da doğum gününde sizin için hazırlanmış sürpriz partiniz var… Böyle durumlarda bulunduğunuz ortam, başka insanlarla muhatap olmak, sohbet etmek ve birlikte yemek sizin farkında olmadan kilo almanıza davetiye çıkarır! Nasıl mı?

Hem yemek yemek hem de ilginizin başka yerde olması tükettiğiniz besinin miktarının kontrolden çıkmasına neden olabilir.       

Lezzetli yemekler iştah açıcı görüntüleriyle birlikte ortamın enerjisiyle buluşunca iştahınızın daha çok açılmasına neden olacak ve “yedikçe daha çok yemek” hissi oluşturacaktır. Sık sık kalabalık ortamlarda yemek yemek zorunda kalıyorsanız porsiyonlara dikkat!

Peki sofra düzeni nasıl olmalı? Evet, tek tip beslenmeyi yani sofradan sadece tek başına sebze yemeği, tek başına et yemeği, ya da tek başına salata ya da bir kâse çorbayı tüketip kalkmayı hiçbir diyetisyen onaylamaz. Dengeli beslenme için gerekli temel 5 besin grubunu sofraya koymak en doğru olanıdır. Gözümüzde doymak için en güzel yol; hacmi küçük tabaklar kullanarak çeşidi bol, porsiyonu kontrollü zengin sofralar yaratmaktır.

Düşünmek bile doyuruyor

Toksunuz o anda yapacak bir işiniz yok, sıkıldınız ve midenizle birlik olan zihniniz size oyunlar oynamaya başlıyor. Hayal ettiğiniz güzel bir çikolatalı pasta ya da güzel bir tatlı o an sizin için dayanılmaz bir istek haline geliyor. Ve bu istekle kendinizi en yakın pastanede buluyorsunuz. Yaptığınız ne kadar doğru ve böyle anlarda ne yapmak gerekiyor? Öncelikle sizi pastaneye sürükleyen midenizin sesini bastırın. Bir porsiyon kuru meyveyi yağsız yoğurtla buluşturup tarçınla renklendirerek kendi tatlınızı yaratabilirsiniz. Zaten pastayı yemenizi isteyen siz değildiniz. Zihniniz meşgul olmadığı için pastayı hayal ettiniz ve sonra aslında tok olan mideniz insülin salınımını tetikledi ve pastayı yeme isteği dayanılmaz oldu. Bu isteği meyveli yoğurdunuzla bastırıp pasta yemiş kadar tatmin olabilirsiniz. Düşünün ki pasta yediğinizde de durum farklı olmayacaktı. Zihninizi kontrol etmek hayal ettiğiniz besinlerin isteğini hafif şekilde geçiştirmek sizin elinizde. Bazen sadece düşünmek bile yeter!

Bilgisayar başında yemeyin

İçinde bulunduğumuz çağ hepimizi bilgisayar olmadan iş yapamaz hale getirdi. Maillerimiz, sosyal paylaşım ağları, eğitim için gerekli bilgi kaynakları vs. sebepler bilgisayar kullanımını zorunlu hale getirir oldu. Bu yüzden saatlerce bilgisayar başında oturmak kaçınılmaz hal alıyor.

Saatlerce oturur pozisyonda kalan vücut metabolizma hızını tam dinlenme haline getirerek minumuma çekiyor. Bilgisayar başında tüketilen her besinin kalorisinin vücut tarafından kullanılan miktarı yok denecek kadar az. İşte bu noktada en masum bildiğimiz besinler bile kilo aldırıcı hale gelebilir.

“İşim saatler boyunca bilgisayar başında kalmamı gerektiriyor” diyorsanız ne yapmalısınız?

Eğer bilgisayar başında uzun saatler oturmak zorundaysanız en fazla 40 dk. sonra küçük molalar verin, yerinizden kalkın, birkaç dakika ayakta bekleyin, bulunduğunuz yerde dolaşın. Böylece kaslarınızı uyararak metabolizmanız aktif halde kalacak, enerji tüketiminin devam etmesini sağlayacaksınız. Bilgisayar başından karnınızı doyurmak için kalorili atıştırmalıklar yerine porsiyonu kontrollü küçük dilimler halinde doğranmış meyve tabakları, lif oranı yüksek, 1-2 porsiyon kuru meyve, bir avucu geçmeyecek kadar ceviz, badem  ya da leblebi gibi kuruyemişler, şekersiz bitki çayları ve bol su tüketebilirsiniz.

Sağlıklı kilo vermenin etkisi iştahınızı kontrol etme yeteneği sağlayacaktır. Dolayısıyla psikolojik yönden tekrar kilo alma korkusu üzerinizden kalkacağı için kontrollü ve rahat şekilde beslenmenize hakim olabileceksiniz. Sağlıklı kilo kaybı ve kilo koruma dönemi yeniden vücudunuza yerleşmeyi kollayan kilolara fırsat vermeyecektir.              

   


YANLIŞ İLAÇ KULLANIMI SAĞLIĞINIZI DAHA ÇOK BOZABİLİR!

Ülkemizde sıkça yaşanan arkadaş ya da komşu tavsiyesiyle ilaç almak sağlığı daha çok bozuyor. Her yıl 2 milyondan fazla kişinin yanlış ilaç kullanımına bağlı ilaçların ters reaksiyonları sonucu çeşitli zararlar gördüğü yapılan araştırmalarla ortaya konuldu.

Hastalıklarımızın tedavisinde kullanılan ilaçlar büyük oranda sentetik yapıda kimyasal maddelerdir. İlaçların hastalıkları tedavi etmesi sırasında, bu ilaçlara ait yan etkiler görülebilir. İlacı kullanan kişinin mevcut diğer hastalıkları kötüleşebilir. Veya kullandığı başka ilaçlarla etkileşime girerek hastaya faydadan çok zarar verebilir.

Bir ilacın piyasaya çıkmadan önce yapılan testlerinden elde edilen bilgilerle prospektüsü oluşturulur. Bu prospektüslerde ilaç ile ilgili uyarılar dikkate alınmadan ve hekime danışmadan ilaç kullanmak ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenle son zamanlarda Sağlık Bakanlığı tarafından da sıkça belirtildiği üzere ilaçların bir hekim tarafından doğru teşhis ile doğru miktarda, doğru zaman aralığında ve doğru sürede kullanılması gereklidir.

Mevcut rahatsızlığa uygun olmayan bir ilacın kullanılması hastalığın iyileşmemesine hatta daha ilerlemesine sebep olur.

Gribal enfeksiyon sanılarak arkadaşları tarafından grip ilaçları alması söylenen hastada zatürre başlamış olabilir. Midesi ağrıyor diye verilen bazı mide ilaçları altta yatan daha kötü bir hastalığın tanısını geciktirebilir. İlaç kullanılması gerekmeyen bazı hastalıklarda ilaçların kullanılması mevcut hastalığı kötüleştirebilir. Örneğin hepatit hastalığının başlangıcındaki bazı şikayetler hastalar ve yakınları tarafından soğuk algınlığı sanılabilir. Bu durumlarda yakınları tarafından ağrı kesici verilen hastanın karaciğer harabiyeti artarken geri dönüşümü olmayan bir noktaya bile varabilir.

Doktor tavsiyesi olmadan alınan vitaminler bile ciddi zararlar verebiliyor

Özellikle vitaminlerin tavsiye üzerine kullanımı oldukça yaygındır. Vücudun ihtiyaç duyduğu vitaminin önerilen dozda ve periyotta kullanılmadığında hiçbir işe yaramaz. Bu tür ek tabletler kişide doğuştan eksik bir mekanizma varsa verilmelidir. Gereksiz vitamin kullanımı bazı insanlarda risk oluşturabilir. Alınacak her ek tablet ve ilaç mutlaka doktor gözetiminde önerilen doz ve periyotta alınmalıdır.

Zaten var olan hastalığı için ilaç kullananlar ikinci bir hastalıkları olduğunda mutlaka hekim kontrolünde ilaç almalılar. Farklı ilaçlar arasında etkileşimler oluşabiliyor.

Bu etkileşimler sonucunda daha fazla yan etki ortaya çıkabiliyor. Hipertansiyonu olan hastaya grip ilaçları, burun damlaları, romatizmal ağrı kesiciler verilemez.  Özellikle kolestrol ilacı, kan sulandırıcı ilaçlar, antibiyotik ve mantar ilacı kullananlar tanıdık tavsiyesiyle kesinlikle ilaç almamalılar.        


ATAYURT OKULLARI SAĞLIK BİRİMİNDEN DUYURU/TETANOZ VE DİFTERİ AŞISI

1998 doğumlu çocukların tetanoz ve difteri aşılarını tamamlamaları gerekmektedir.Aile hekimlerine müracaatları rica olunur.

    Geçen 2011-2012 öğretim yılında aşılar zamanında temin edilemediği için aşı uygulaması yapılamadı. Tetanoz-difteri aşısı bebek doğduktan sonra 2,4 ve 6 aylıkken toplam 3 doz yapılır.18-24 aylıkken tekrar edilir.Daha sonra 15’inci yaşta aşılar bir doz daha yapılarak tam koruma sağlanır.

    Tetanoz hastalığından korunmanın tek yolu aşılanmadır.Tetanoz yüksek ölüm oranına sahip bir hastalıktır.Vakaların yaklaşık %30’u hayatını kaybeder.Tetanozun başarılı bir tedavisi da yoktur.Difteri mikrobunun salgıladığı toksin , insanlar için oldukça tehlikelidir.

YAZ AYLARINDA İSHAL KORKUTUYOR


Gastroenterit nedir? Belirtileri nelerdir?

Mide bağırsak sisteminin mikroorganizmanın kendisi veya toksinlerine maruz kalması

Sonucu ortaya çıkan duruma gastroenterit denir.

Bazen ishal bazen de daha belirgindir. Genellikle kusma şeklinde başlar, ardından ishal-karın ağrısı, karında şişlik, ateş huzursuzlukla devam eder.

İshalli çocuğa ne yapılmalıdır?

Öncelikle beslenmenin devam ettirilmesi gereklidir. Anne sütü alan bebeklerde emzirmeye devam etmek önemlidir. Daha büyük çocuklarda ise yağlı, şekerli ve sütlü yiyeceklerden kaçınmak, bol sıvı gıda tükettirmek, muz, haşlanmış patates, kraker, yağsız makarna ve pirinç gibi gıdalarla hem kalori alımının hem de hidrasyonun sağlanması gereklidir.

Çocuklarda kusma ve ishal kesici ilaçların kullanımı önerilmez. Antibiyotikler ise sadece çok özel durumlarda kullanılır.

Doktora ne zaman başvurulmalı?                                                                                           

*Kusmanın yoğun olduğu, ağızdan beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda,

*Kanlı gaitanın görülmesi durumunda   

*6 aydan küçük çocuklarda

* İshalin 4-5 günden fazla sürmesi durumunda

*Sıvı kaybının gelişmesi durumlarında doktora başvurulmalıdır.

İshalli hastalıklardan nasıl korunmalıdır?

Öncelikle el temizliğine dikkat etmek gerekir. Eller sabunla düzenli olarak yıkanmalıdır.

Yiyeceklerin hazırlanması ve saklanması sırasında hijyen kurallarına uyulmalıdır.

GRİP MEVSİMİ BAŞLIYOR

              

           Sonbaharla birlikte hava sıcaklıkları düşmeye başladı. Okulların açılmasıyla birlikte çocuklarımızda soğuk algınlığı, nezle gibi rahatsızlıklar artmaya başladı. Her yıl bu mevsimde pek çok ebeveyn çocuğuna grip aşısı yaptırıp yaptırmamak konusunda tereddütte kalır. İşte her yönüyle grip aşısı…

              Grip hastalığını etkeni Influenza virüsüdür ve sürekli yapısal değişime uğrayarak insan vücudunun oluşturduğu bağışıklıktan etkilenmez. A, B ve C olmak üzere üç tipi vardır. Influenza A, insanlar, yaban kuşları, kümes hayvanları ve domuzlar üzerinde hastalık yaparken, Influenza B, sadece insanlarda hastalık yapar. Influenza C ise salgınlara yol açmadığı için çok önemli değildir ve grip denince akla sadece A ve B tipleri gelir.

              

BELİRTİLERİ:

  • Ani başlayan 39-40 derecelere varan ateş ve titreme
  • Halsizlik ve kas ağrıları
  • Baş ağrısı
  • Burun tıkanıklığı ve akıntısı
  • Hapşırık ve kuru öksürük.

NASIL BULAŞIR?

Gripli birinin öksürük ve hapşırığı, partiküller halinde metrelerce uzağa yayılır, havada asılı kalan partiküllerin içindeki virüs sağlıklı kişilerin soluması sonucu solunum yoluyla hastalık oluşturmaya başlar. Ayrıca, kreş, okul gibi çocukların bir arada bulunduğu ortamlarda gripli kişinin ağız ve burun salgıları ile temas eden oyuncak ve buna benzer materyallerin üzerindeki virüs 48 saat bulaşıcılığını devam ettirebilir. Virüsü alan kişide hastalık belirtileri başlamadan bir iki gün önceden itibaren yeni bulaştırıcılık başlayabilir.

GRİPTEN KORUNMAK İÇİN 5 YOL:

  • Her yıl düzenli grip aşısı yaptırmak.
  • Gripli kişilerle yakın temastan kaçınmak.
  • Grip mevsiminde kapalı, yeterince hava sirkülasyonu olmayan yerlerde, alışveriş merkezlerinde bulunmamak.
  • Elleri sık yıkamak veya antiseptik solüsyonlarla temizlemek.
  • Bol sıvı tüketmek, beslenmeye dikkat etmek. 

 KİMLERE AŞI ÖNERİLİR?

  • Altı aydan büyük çocuklarla, elli yaşın üstündeki bireylere.
  • Kronik hastalığı olanlara (kalp, akciğer, böbrek ve şeker hastalığı olanlara, kemoterapi görenler)
  • Dört aydan daha fazla hamile olanlara
  • Uzun süreli aspirin tedavisinde olanlara
  • Sağlık çalışanları, öğretmenler, banka çalışanları, vb.
  • Bakım evinde kalanlara

KİMLER GRİP AŞISI  OLMAMALI?

  • Altı aydan küçük bebekler
  • Yumurta yediğinde alerjik şoka girenler
  • Gebeliğin ilk üç ayındaki anne adayları

NE ZAMAN VE NASIL YAPILMALI?

           Her yıl o yıla ait hastalık yapacak virüs tipi belirlendikten sonra sadece üretildiği yıl yapılmak üzere aşı piyasaya verildikten sonra, eylül ve nisan arasında yapılabilir. Önerimiz grip görülmeye başlamadan mevsimin başında yapılmasıdır. Aşı, daha önce grip aşısı hiç yapılmamış ve 6 ayla 3 yaş arasındaki çocuklarda, dört hafta arayla iki kere yarım doz olarak uygulanır. Çocuk 3 yaş ile 9 yaş arasında ve daha önce hiç grip aşısı ile aşılanmamışsa yine dört hafta arayla iki kere, bu kez tam doz uygulanmalıdır.

          Her yıl düzenli olarak grip aşısı yapılan, 3 yaşa kadar olan çocuklara yarım, 3 yaşın üzerinde olan çocuk ve erişkinlere tam doz olarak uygulanmalıdır. 

SAĞLIKLI SAÇ İÇİN SAĞLIKLI BESLENİN

      Yaz sonrası saçınızın cansız ve yıpranmış olduğunu mu düşünüyorsunuz? Ah bir de dökülüyor mu? Demek ki bir süredir yediklerinize hiç dikkat etmemişsiniz. Doğru besin maddelerini tüketerek çok daha sağlıklı ve parlak saçlara sahip olabilirsiniz.  Vücutta yeterince protein depolanmamışsa sorun başlar. İhtiyaç duyulan proteini sebzeler, tahıllar, soya, et ve hayvansal kaynaklı diğer besinlerle alabilirsiniz.  Yeteri kadar demir almamak da saç kaybına yol açabiliyor. Bu ihtiyacı sığır eti, midye, balık, istiridye ve sakatattan giderebilirsiniz. Ayrıca zenginleştirilmiş tahıllar, soya, kabak çekirdeği,, kuru fasulye, yeşil mercimek ve ıspanağı da unutmamalısınız.  Diğer demir kaynaklarına gelince:

  • Erik kurusu: Ciddi bir demir kaynağıdır. Saçın kalitesini arttırır. Dökülmeyi, kuruluğu, incelmeyi önler.
  • Esmer pirinç: Esmer pirinç ciddi oranda B vitamini ve lif içerir. Sağlıklı saç için esmer pirinç tüketin.
  • Bezelye: Saça gereken farklı vitamin ve minerallere sahiptir. Demir, bakır, E vitamini…
  • Karides: Zengin bir B 12 vitamini, demir ve bakır kaynağıdır. Saç dökülmesini engelleyecek güce sahiptir.
  • Barbunya fasulyesi: Zengin demir ve bakır kaynağıdır. Yüksek miktarda protein de içerir.
  • Kabak çekirdeği: Saçın en çok ihtiyaç duyduğu protein, Omega 6 yağ asidi, çinko ve demir içerir.

 

Vitaminsiz Olmaz!

               Saçın sağlıklı uzaması için B vitamini, E vitamini ve D vitamini yönünden zengin besinleri tercih etmek şart.

B vitaminler (B 6, folik asit, biotin, ve inositol) sağlıklı güçlü saçtan sorumlu maddeler. Vücuttaki B vitamini azaldığında saç dökülmeye başlar. Yoğun B 6 vitamini içeren  besinler şunlar: Ton balığı, ıspanak, zeytinyağı, karnabahar, ciğer, kırmızı ve yeşil biber, somon balığı, hardal yaprağı, tam tahıllar…

    Folik asit yoğun olarak kuşkonmaz, lifli yapraklar, tam tahıllar, portakal, çilek, yumurta, fasulye, mısır gevreği ve kavunda bulunur. Biotin içeren yiyecekler ise; soya fasulyesi yulaf, bezelye, esmer pirinç, ayçekirdeği, ceviz. İnositol de yoğun olarak pancar, karnabahar, patlıcan, böğürtlen, bezelye, greyfurt, mandalina da var.  

 

 

        Vitamin E ise antioksidandır. Serbest radikallerle savaşarak

saçı yaşlanmanın ve çevresel faktörlerin olumsuz etkilerinden korur. Vitamin E kafa derisindeki kan dolaşımını hızlandırır ve hızlı uzamaya yardımcı olur. E vitamininden zengin yiyecekler: Yerfıstığı, ıspanak, buğday tohumu (rüşeym), yumurta, kuşkonmaz, bitkisel yağlar, avokado, çekirdek, süt, tam tahıllar, badem, şalgam.

         Saç için hayati önem taşıyan D vitamini ise sadece güneşten alınabiliyor. Ancak cilt uzmanları çok fazla güneşe maruz kalmayı önermiyor, bu yüzden dozunu ayarlamak gerek.

 

                           SAĞLIKLI   SAÇLAR İÇİN;   BUNLARI MUTLAKA TÜKETİN

 

  • Somon balığı: Yoğun olarak Omega-3 asitleri, yüksek kaliteli protein, B12 vitamini ve demir içerir. Omega-3 yağ asitleri kafa derisini güçlendirir. Yoksa vejeteryen misiniz?  O halde öğünlerinizde mutlaka iki yemek kaşığı keten tohumu tüketmelisiniz.
  • Beyaz et: Tavuk ve hindi gibi kümes hayvanları yüksek kaliteli protein içerir. Bu da sağlıklı saç için çok önemli. Proteinin hiç yer almadığı ya da düşük kaliteli proteinin tüketildiği beslenme şekillerinde saç güçsüz, mat görünümlü, soluk renkli olur.
  • Yumurta: Katı, rafadan, omlet, farketmez, yumurta saç için çok ama çok faydalı. Öncelikle bu gıda, aklınıza gelebilecek en yoğun protein kaynağı. Ayrıca içerdiği biotin ve vitamin B12 de sağlıklı güzellik için önemli.
  • Koyu yeşil renkli sebzeler: Ispanak, brokoli gibi sebzeler zengin demir, kalsiyum içerir ayrıca A ve C vitamini kaynağıdır. Yağlı besinler saç foliküllerini güçlendiren doğal saç kremleridir.
  • Fasulye: Kuru fasulye ve barbunya saç sağlığı için olmazsa olmaz. İçerdikleri yoğun protein nedeniyle saçın sağlıkla ve hızla uzamasını sağlarlar. Bol miktarda da demir, çinko ve biotin içerirler. Biotin saç için büyük önem taşır.
  • Ceviz: Parlak, güçlü saçınız olsun istiyorsanız, doğal selenyum kaynağı olan cevizi mutlaka tüketin. Bu mineraller hem saç deriniz hem de sağlığınız için gerekli. İçerdiği alpha-linolenic asit ve Omega-3 asidi sayesinde ceviz, tıpkı badem ve kaju gibi ciddi bir çinko kaynağıdır.
  • Tam tahıllar: Tam tahıllar (ekmek dahil) ve mısır gevrekleri saç sağlığı için gereken çinko, demir ve B vitamini içerirler.
  • Yarım yağlı süt ürünleri: Yarım yağlı süt ürünleri, süt ve yoğurt gibi önemli oranda kalsiyum ve mineral kaynağıdır. Ayrıca içerdiği süt proteinleri (casein) ve whey (kesilmiş süt suyu) yüksek kaliteli protein demektir. Yoğurt ve keçi peynirini de ara öğünlerde tüketmeyi ihmal etmeyin.
  • Havuç: Müthiş bir A vitamini deposu. Saç derisini güçlendirir. Sağlıklı deri de parlak ve güçlü saç demektir.

         


CÜZZAM

      İlk olarak 1876 senesinde Norveçli bilim adamı Armauer Hansen tarafından bulunan cüzzam mikrobu deriyi tutarak yayılan ve vücuda bu şekilde hükmeden bir hastalıktır. Cüzzam hastalığı dünya çapında sosyal ve toplumsal bir hastalık olarak kabul görmektedir bu şu nedenledir ki; cüzzam hastaları toplum arasında barınamazlar ve yaşamaları mümkün değildir bu yüzden bu hastalar kayıt altında tutulmakta ve kendilerine yaşam alanı belirlenmektedir. Son kayıtlara göre ülkemizde 2605 cüzzam hastası olduğu ortaya çıkmıştır ve ortalama yaşları 60,5 olarak açıklanmıştır. Araştırmalar şunu göstermektedir ki cüzzam hastaları genellikle kırsal kesimlerde yaşayan ailelerden oluşmaktadır. Aynı kaptan beslenen, aynı eşyaları kullanan ve sağlık hizmetlerinden yeteri kadar yararlanamayan ailelerde görülmektedir.

Cüzzam Hastalığı Nasıl Yayılır?
Bu hastalık ırsi denilebilecek niteliktedir. Vücut mikroba karşı doğal bağışıklık sistemine sahiptir ancak bazı bünyelerde bağışıklık sistemi yoktur bu mikroba karşı bu da aileden gelen bir durumdur.Hastalığın tek taşıyıcısı insandır başka yollarla bulaşması mümkün değildir. Cüzzam hastası olan ve bu mikrobu taşıyan bir hasta ile en ufak bir yakın temas hastalığın bulaşmasına neden olur bu yüzden cüzzam hastaları sağlıklı insanlarla birarada yaşayamaz.

Cüzzam Hastalığının Belirtileri Nelerdir?
- Vücutta,zamansız oluşan kepeksiz ve yuvarlak olmayan lekelerin belirmesi ve zaman zaman kaşıntı yapması
- Sık sık tekrarlayan burun kanamaları ve burun tıkanıklıkları
- Kol ve bacak sinirlerinde ağrıların başlaması ve el parmaklarının(4. ve 5.) içe doğru bükülme,eğilme göstermesi
- Alt göz kapaklarının hareketsiz duruma geçmesi ve kapanmaması durumu
- Dizlerde ve dirseklerde yara izleri
- Yüz bölgesinde oluşan ödem

Hastalığın Tedavisi
İlk teşhis çok önemlidir ve doğru teşhis sonrası tedavi mümkündür.Teşhis gecikmiş ve hiç tedavi görmemiş hastalarda 10-20 sene sonrası sakatlıklar ve vücutta dökülmeler baş göstermeye başlar.Tedavi süreci önemlidir ve en az 3 ilaç şeklinde kombine bir tedaviye başvurulur.Kısa zamanda hastalık sorunsuz şekilde tedavi edilebilir.Yaraların ve görsel sorunların giderilmesi adına hasta,doktor kontrolü altında kalabilir.


KANSER NEDİR?

KANSER   NEDİR?

          Vücudumuzda tüm organlar hücrelerden oluşur. Hücreler vücudumuzun en küçük yapıtaşlarıdır ve ancak mikroskopla görülebilirler.  Sağlıklı vücut hücreleri (kas ve sinir hücreleri hariç) bölünebilme yeteneğine sahiptirler. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların (vücut içi ve dışındaki) onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Fakat bu yetenekleri de sınırlıdır. Sonsuz bölünemezler. Her hücrenin hayatı boyunca belli bir bölünebilme sayısı vardır. Sağlıklı bir hücre gerektiği yerde ve gerektiği kadar bölüneceğini bilir.

Buna karşın kanser hücreleri, bu bilinci kaybeder, kontrolsüz bölünmeye başlar ve çoğalırlar. Kanser hücreleri birikerek tümörleri (kitleleri) oluştururlar, tümörler normal dokuları sıkıştırabilirler, içine sızabilirler ya da tahrip edebilirler. Eğer kanser hücreleri oluştukları tümörden ayrılırsa, kan ya da lenf dolaşımı aracılığı ile vücudun diğer bölgelerine gidebilirler. Gittikleri yerlerde tümör kolonileri oluşturur ve büyümeye devam ederler. Kanserin bu şekilde vücudun diğer bölgelerine yayılması olayına metastaz adı verilir.    

Kanserler oluşmaya başladıkları organ ve mikroskop altındaki görünüşlerine göre sınıflandırılırlar. Farklı tipteki kanserler, farklı hızlarda büyürler, farklı yayılma biçimleri gösterirler ve farklı tedavilere cevap verirler. Bu nedenle kanser hastalarının tedavisinde var olan kanser türüne göre farklı tedaviler uygulanır.

             

           

Kanserin Nedenleri ?

      

Kanserin sebebi henüz kesin olarak bilinmemektedir. Kanser hastalığı için iki grup risk faktörü vardır. Kanser için risk faktörleri yaşam şekline,  yaşa, cinsiyete, ve aile öykülerine bağlı olarak değişir. Bir başka risk grubu ise çevresel faktörlerdir.

* Sigara alkol kullanımı

* Uzun süre ve tehlikeli saatlerde güneş altında kalma

* Aşırı dozda röntgen ışınına maruz kalma

* Bazı kimyasal maddeler (katran, benzin, boya maddeleri, asbest v.b.)

* Bazı virüsler

* Hava kirliliği

* Radyasyona maruz kalma

* Kötü beslenme alışkanlığı

 

 

Kanser Tehlikesinin 7 Habercisi

 

Kanser belirti ve bulguları köken aldığı doku ve organlara göre değişir. Hatta bazen hiç belirti ve bulgu vermeden kontrol muayenelerinde kanser tanısı konulabilir.

  

              Aşağıdaki belirtilere dikkat edin:

 

·                       Rahim ve makattan gelen normal olmayan bir kanama ve akıntı

·                       Memede veya vücudun herhangi bir yerinde ortaya çıkan şişlik ve sertlikler

·                       İyileşmeyen yaralar

·                       Uzun süreli ses kısıklığı ve öksürük

·                       Yutkunma güçlüğü ve ve hazımsızlık

·                       Ben ve siğillerde meydana gelen büyüme, kanama, renk değişikliği, yara…

·                       Büyük ve küçük abdest yapmakta ki değişiklikler

 

 

Bu değişiklikler görüldüğünde bir hekime başvurmayı ihmal etmeyiniz

 

En Sık Görülen Kanser Tipleri

·                       Meme Kanseri

·                       Akciğer kanseri

·                       Prostat

·                       Mide kanseri

·                       Kalın bağırsak kanseri

·                       Rahim ağzı kanseri

 

Kendi Kendinizin Bekçisi Olun

 

Önce kanserden korkmamayı öğrenmeliyiz. Korku doktora gitmeyi önler ve hastalığın iyileştirilmesini engeller. Hastalık belirtilerini yorumlamak yalnızca doktorların görevidir. Kanserin belirtilerini bilmek bu belirtilerin herhangi birini hissettiğimizde derhal doktora başvurmak şarttır. Hiç rahatsızlık duymasak da yılda bir kez mutlaka genel kontrolden geçmeliyiz. Kanserin iyileştirilir bir hastalık olduğunu unutmamalıyız. İyileşme oranı kanserin erken teşhisi ile doğru orantılıdır.

 

 

1. Akciğer Kanseri

Uzun süre devam eden öksürük, nefes darlığı. Akciğer kanserini önlemek için sigarayı bırakın ve sigara içilen kapalı ortamlardan kaçının.

 

2. Cilt Kanseri

* İyileşmeyen yara

* Ben ve siğillerde şekil, renk değişikliği

* Ani oluşan ben ve siğiller

Tehlikeli saatlerde güneşlenmeyin, mutlaka yüksek koruma faktörü güneş kremleri kullanın.

 

3. Meme Kanseri

* Memede ele gelen sertlik

* Meme başında içeri doğru çekilme

* Meme başında akıntı

* Meme şeklindeki değişiklikler

Aylık olarak kendi kendinize meme muayenesi yapın, düzenli olarak mutlaka doktora gidin.

 

4. Ağız Kanseri

Düzenli muayene ile diş hekiminiz ve doktoruz ağız kanserini saptar.

 

5. Rahim Kanseri

* Menopozdan sonra olan kanamalar

* Nedeni belli olmayan vaginal akıntılar

* Bir aydan fazla devam eden adet kanaması, düzensizlikler veya anormal kanamalar

* Karında şişlik

Düzenli olarak PAP smear  testi yaptırın ve pelvik muayene olun.

 

6. Kolon Kanseri

*Makattan gelen kanama ve dışkılama alışkanlıklarının değişmesi

* Karın ağrısı

* Karında kitle

* Kilo kaybı

Sağlıklı ve dengeli beslenmeye dikkat edin. Az yağlı, bol lifli (sebze, meyve, kepekli unla yapılmış yiyecekler) besinleri tercih edin.

 

7. Prostat Kanseri

* Sık sık (özellikle geceleri idrara kalkma

* Kesik kesik , ağrılı sızılı idrar yapma

* İdrar kesesini tam boşaltamama hissi

* İdrar tutmada güçlük

* İdrar akış gücünde azalma

 

 

Hiçbir şikayeti olmasa da 45 yaş üzerinde her erkek, senede bir defa, PSA( prostat spesifik antijen) kan testi yaptırmalıdır.

 

 

Kanserde Erken Tanı

 

* Tedavi şansını artırır

* Tedaviyi kolaylaştırır

* Tedavi giderlerini azaltır.

* Doku ve organ kaybını önler

* Sakatlık bırakmaz

* HAYAT KURTARIR

 

 

Günümüzde milyonlarca insan kanserli ya da kanseri tedavi edilmiş olarak yaşamaktadır. Kanser tabısı ne kadar erken konursa, tedavisi o kadar erken başlar ve kanser tedavisi ne kadar erken başlarsa tedavinin başarıya ulaşma şansı da o kadar yüksek olur.  


BAHAR YORGUNLUĞU

    Bahar ayları geldi, bu mevsim kimileri için enerji kaynağı olsa da kimileri için yorgunluk sebebi. Kendinizi sürekli yorgun, halsiz hissediyor ve uykulu halinizden bir türlü kurtulamıyorsanız, beslenmenizde ve yaşam tarzınızda yapacağınız ufak değişikliklerle enerji kazanabilirsiniz. Bahar yorgunluğuyla başa çıkmanın 10 pratik yolu nelerdir dersiniz? 

Havaların ısınmasıyla birlikte birçok kişi eklem ağrılarından, halsizlikten, sürekli uyku isteğinden bahsediyor ve bu da bahar yorgunluğu olarak adlandırılıyor. Bahar aylarında genelde sıkça karşılaşılan bir durum olan yorgunluğun nedeni insan metabolizmasında gerçekleşen bazı değişikliklerden kaynaklanabilir. Bahar mevsiminde havadaki elektrik yükü artar. Bu yük havada bulunan pozitif ve negatif yüklü iyonlar aracılığıyla taşınır ve mevsim değişikliklerinde taşınma sırasında birtakım değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu durumda beraberinde ruhsal sıkıntılarla birlikte yorgunluğa neden olabilir. 

Hayat tarzınızda ufak değişiklikler yapın

•      Akşam yatmadan önce ve sabah kalkınca odanızı mutlaka havalandırın. Oksijen sizi daha enerjik kılabilir. 

•      Akşamları yatmadan önce sizi rahatlatacak bir kitap okuyabilirsiniz. 

•      Düzenli uyku saatleri belirlemeli ve bu saatlere göre sadık kalmalısınız. Yeterli uyku gün boyunca enerjik kalmanıza yardım edecektir. Günde 7- 8 saat uyumaya çalışmalısınız. 

•      Haftada en az 3 gün yapacağınız tempolu yürüyüşler ve aktif yaşam tarzını benimsemekte yine yorgunluğa karşı sizi koruyacaktır. Bu yürüyüşleri açık havada yapmanızı tavsiye edebiliriz. 

•      Bazı gevşeme egzersizlerini öğrenmekte yine rahatlatıcı etki gösterecektir. 

•      Sabahları ılık bir duş almak sizi dinçleştirebilir.

Beslenmenize dikkat edin.

•      Günde 2,5- 3 litre su tüketmelisiniz. 

•      Bahar yorgunluğundan korunmak için bağışıklık sisteminizi güçlendirecek besinlere beslenmenizde özellikle yer vermelisiniz. Bağışıklık sisteminizi güçlendirebilecek besinlerin başında prebiyotik yoğurtları sayabiliriz.

 Bahar yorgunluğuyla başa çıkmanın 10 etkin yolu

1)      Sebze ve meyve tüketiminizi artırın. Sebze ve meyveler C vitamini açısından zengin besinlerdir. Mandalina, kivi, kuşburnu, karpuz, ve portakal gibi meyvelerle, ıspanak, pazı, sivribiber, brokoli, Brüksel lahanası gibi yeşil yapraklı sebzelerin tüketimini artırın. 

2)      Geceleri yağlı ve çok miktarda yemek yememeye özen gösterin. 

3)      Kafeinli içecekleri azaltın. Kahve, çay, soğuk içecekler, kakao ve benzerleri gibi kafeinli içecekler yerine bitkisel çayları rahatlatıcı etkilerinden de yararlanmak için tercih edebilirsiniz. 

4)      Sigara tüketiyorsanız C vitamini alımınızı içmeyen birine göre 2 kat daha fazla olacak şekilde ayarlamalısınız. Alkol rahatlatır, düşüncesiyle alkol tüketmeyin. Alkol tüketiminizi mümkün olduğunca sınırlandırın. 

5)      Beyin performansı için en önemli öğün olan kahvaltıyı kesinlikle atlamayın. Az az, sık sık yemek yemeği tercih etmeliyiz. 

6)      Beyaz rafine edilmiş besinler yerine tam buğday, çavdar, kepek gibi rafine edilmemiş tahılları tercih edebilirsiniz. 

7)      Antioksidan vitamin ve mineraller, vücuttan metabolizma sonucu oluşan zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olur. Antioksidan vitaminler A, C, E vitaminleri, antioksidan mineraller ise selenyum ve çinkodur. 

8)      Günde 3 porsiyon meyve tüketmeyi hedefleyin. Kabuğu ile yenilebilen meyveleri kabukları ile tüketin. 

9)      Yeşil salata,  havuç sofralarınızın vazgeçilmezi olsun. Yaban mersini antioksidan kapasitesi nedeniyle çok iyi bir ara öğün alternatifi olabilir. 

10)   Kefir ve prebiyotik yoğurtlar tüketmek sindirim sisteminizi ve dolayısıyla bağışıklık sisteminizi destekler. Ananaslı yoğurt vücutta oluşan ödemi atmadan lezzetli bir alternative olarak denenebilir. 

SINAV STRESİ

Sınav stresi, belki de sınav performansınızı etkileyen en önemli sorundur. Sınav stresinin temel kaynağı endişedir ve yanlış yere bakmaktır. Her insanın zihninde hayali bir zaman çizgisi vardır.

Zihnimizdeki zaman çizgisinden sınav günü, sınav saatinden bize adeta devamlı yanıp sönen bir uyarı gelir. Bu bizim sınav anına odaklanmamızdan kaynaklanmaktadır. Üstüne üstlük, bir de zihnimizde "Yapabilecek miyim acaba" gibi bir sorunun dolaşması da bu etkiyi daha fazla artırmaktadır.

Öğrenciler, yanlış yere (sınav anına) baktıkları için olumsuz bir duyguya kapılmaktadırlar. Yani öğrenci sınavı gereğinden fazla abartıp, zihninde büyülterek kontrolü sınav stresine vermektedir.

Oysa sınav stresini yenmenin en önemli yolu, sınav sonuna odaklanmaktır ve sınavın başarılı bir şekilde geçtiğini görmektir. Yani sınavın sonundaki en iyi ihtimale odaklanmaktır.

Sınav yaklaşırken, öğrencileri hem duygusal, hem de zihinsel olarak en üst seviyede tutan düşünce "Elimden gelinin en iyisini yapacağım" düşüncesidir..

Bir basketbol maçının son saniyelerini düşünün. Durum 72-72 ve Mehmet Okur, son saniyede topu eline geçiriyor. Eğer o anda, "Acaba atabilir miyim, bütün Türkiye benden bir sayı bekliyor" diye düşünürse, büyük ihtimalle atamaz. Çünkü zihninde atacağı basketin performansı ile ilgili bir düşünce oluşturmadı.

Tam tersine, stres oluşturan bir düşünce oluşturdu. Bunun yerine "En iyi atışımı yapacağım" diye düşünürse, zihni, hem fizyolojisini hem de duygularını ve enerjisini en iyi atışını yapmaya yoğunlaştırır ve büyük ihtimalle en iyi atışını yapar. Öğrenciler de sınav için "Elimden gelinin en iyisini yapacağım" düşüncesini içselleştirmelidir.

Unutmayın, siz neye hazırsanız, o da sizin için hazırdır.

Hayatta başarılı olan insanlar, hep yapacakları işe en iyi hazırlanan insanlardır. Bu hazırlık sadece fiziksel olarak yapılan hazırlık değil, asıl hazırlık zihinsel hazırlıktır. Çünkü insanlar ancak zihinlerinde gerçekleştirdikleri şeyleri gerçek hayatta gerçekleştirebilirler, zihinlerinde gerçekleştiremedikleri işleri gerçek hayatta gerçekleştiremezler.

Televizyon kanallarını karıştırırken bir kanalda BBC yapımı bir belgesel gözüme çarptı. Belgeselde biri bayan diğeri erkek iki karatecinin karşılaşmalarını gösteriyordu. Bayan karateci ile sunucu röportaj yapıyordu.

Sunucu:
- Bu erkek karatecinin karşısına çıkmadan önce neler yapıyorsunuz, kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz?

Bayan karateci:
- Önce sakin bir yer buluyorum. Gözlerimi kapatıp derin nefes alıyor ve kaslarımı gevşeterek rahatlıyorum. Daha sonra karşımdaki rakibimi hem duygusal olarak hem de zihinsel olarak yendiğimi görüyorum ve "kazanacağım" diyorum. Böylelikle, rakibimin karşısına zaten 1-0 galip çıkıyorum.

Eğer hedefiniz daima zihninizdeyse engelleri görmezsiniz, aşarsınız, fark bile etmezsiniz. Gözleriniz hedefinizde değilse engelleri görmeye başlarsınız. Çünkü zihin boşluk kabul etmez. Bu nedenle gözünüz daima hedefinizde olsun…

Bütün bunları yaparken kendinize gayet insani, küçük hata yapma payı bırakın. Çünkü herkes hata yapabilir. Önemli olan yapılan hatayı abartmamak, doğal görmek ve normalize etmektir.

Aksi taktirde yapılacak hataları büyültüp, abartıp yeni hatalar yapmaya başlarız.

Unutmayın hata yapmak insani bir durumdur ve herkes hata yapar..


Stresi yenmek için pratik öneriler:

1- Nefes eksersizi

Bir birim zamanda, burundan nefes alın.

Bu nefesi diyaframdan yani karından almanız gerekir. Bunu da nefesi alırken karnınızın şişmesine dikkat ederek anlayabiliriz. Diyelim ki nefes alma işlemi iki saniye sürdü.

İki birim zamanda içinizde tutun.

Karnınız nefesle dolduktan sonra nefesi içinizde biraz tutun. Bu süre nefes alma sürenizin iki katı olmalıdır. Yani 2 saniyede aldıysanız, 4 saniye içinizde bekletin. Çünkü hemen alıp verdiğinizde aldığınız oksijeni içerde kullanma imkanı bulamadan dışarı veriyorsunuz demektir. Yani yetersiz oksijen alıyorsunuz. Bu nedenle beyninizi etkin kullanamazsınız.

Dört birim zamanda ağzınızdan nefesinizi yavaş yavaş verin.

Bu zaman da 8 saniye olabilir.

Bu egzersizi gün içerisinde sabah ve akşam 5-10 dakika yapın.

Nefes egzersizi neler sağlar?

Ciddi bir rahatlama sağlar ve geriliminizi atarsınız.
Özellikle yavaş yavaş nefes verişinize odaklanırsanız konsantrasyon gücünüz inanılmaz derecede artar. Çünkü şimdi de olma bilinciniz güçlenir.
Kendinizi daha canlı ve neşeli hissedersiniz.
Beyninizi daha etkin kullanırsınız.
Beyninizi daha etkin kullandığınız için bilgileri daha güçlü kaydeder ve belleğinizdeki bilgilere çok kolay ulaşırsınız. Çünkü gerilim anında hafızanızın önemli bir bölümü devredışı kalır.
Duygularınızı daha kolay kontrol edersiniz.
Sabahları daha erken ve dinç kalkarsınız.

2 - Kasları gevşetmek

İnsanlar, eğer son zamanlarda yoğun olarak gerilim yaşıyorlarsa kaslarını nasıl gevşeteceklerini bilemezler.

Kasları gevşetmenin en iyi yolu bölgesel olarak kasları gerip yavaşça serbest bırakmak ve bunu vücudun bütün kaslarına sırayla uygulamaktır. Germe ve serbest bırakma işlemini en az iki defa yapmanız uygulamayı daha etkili yapacaktır. . Nasıl mı?

Örneğin el kaslarınızdan başlayabilirsiniz. Ellerinizin kaslarını önce gerin sonra yavaşça serbest bırakın. Ardından kol kaslarınızı gerin ve serbest bırakın. Sonra omuz kaslarınızı. Daha sonra boyun kaslarınızı..... Bunu bütün vücudunuza sırayla uyguladıktan sonra bütün vücut kaslarınızı hep birlikte kasıp yavaşça gevşetin.

Bunu birkaç kez yapın.

Burada özellikle alın, göz, yüz, çene ve omuz kaslarınızın gevşemesine özel önem verin. Bu kaslar gevşediğinde diğer kaslara aynı gevşekliğin yayılması daha kolaydır.

Zihin ve beden aynı bütünün parçalarıdır. Zihinde bir gerilim yaşadığınızda vücudunuzda da bir gerilim oluşur. Bunun tam tersi de doğrudur. Bedenen de bir rahatlama yaşarsanız zihniniz de rahatlama moduna girer. Yani fizyolojinizdeki değişiklikler beyninizi, beyninizdeki değişiklikler vücudunuzu etkiler.

3- Olumlu olmak

Bir önceki yazımda detaylı olarak aktardığım için kısaca hatırlatıyorum. (Ayrıntılar için önceki yazıma bakınız)

Olumlu olmanın iki şartı vardır.

1- Olumlu telkinde bulunun.
2- Sınavın sonundaki en olumlu ihtimale odaklanın…

“Hiçbir şey hatırlamıyorum” sendromuna dikkat!

Sınava çok yakın zamanda en çok duyduğum sorun: “Hiçbir şey hatırlamıyorum, sanki zihnimdeki bütün bilgiler silindi.”

Bu, aslında sınava girecek herkesin yaşadığı çok doğal bir sorundur. Gerçekte hiçbir şeyin silindiği yoktur. Onun için gönlünüz ve zihniniz bu konuda rahat olsun. Her şey zihninizde kayıtlıdır sadece hatırlayamadığınızı hissedersiniz. Çünkü, bu dönemin yoğunluğu, yorgunluğu, uykusuzluğu ve stresi buna neden olur.

Ben, çok sayıda arkadaşın sınavdan bir gün öncesinde bile “Hiçbirşey hatırlamıyorum, her şey silindi” deyip ertesi gün sınava girip tıkır tıkır hatırlayarak çok iyi netler yaptığına şahit oldum. Çünkü bu sorun doğaldır ve geçicidir. Aslında bir sorun değildir, sadece öyle hissetmekteyizdir.

 

ATAYURT'TA YEŞİLAY HAFTASI

Sağlıklı Yaşam Okulu Projesi kapsamında Fen Bilimleri öğretmenimiz Seçil ALGÜL sigara, alkol ve uyuşturucunun zararlarına dikkat çekmek için hazırladığı resim ve yazıları öğrencilerimizle birlikte okul bahçemizdeki ağaçlara astılar. Diğer öğrencilerimiz ise bu resim ve yazıları okuyarak bilgi sahibi oldular.

                Öğretmenimiz Seçil ALGÜL’ e ve öğrencilerimize teşekkür ederiz.